Hafız Râkım Ertür'ün Anılarında Balkan Savaşında Edirne Savunması Günleri
Edirne'nin köklü ailelerinden olan Hafız Râkım Ertür (1884-1961), Edirne'de Karanfiloğlu semtinde doğmuştur. İlköğretimi, günümüzün ilkokulları olan mahalle mektebinde "Karanfiloğlu'ndaki Topal Hoca Mektebi'nde" okumuş. Kirişhaneli Hafız Ali Hoca'dan Kur'an-ı hıfzetmiş, 1892'de dönemin ilk öğretmen okulu olan Dâr'ul Muallim-i Sibyan'dan mezun olmuştur.
Edirne Eski Cami İmamı olan babasının ölümü üzerine, o devrin kurallarına göre, padişah fermanıyla, 1911 yılında Edirne Eski Cami ikinci imamı, 1918'de de aynı camiin baş imamı olmuş ve ölümüne kadar bu görevde kalmıştır.
İmamlık görevi dışında, Balkan Savaşı öncesi kurulmuş olan İttihat Terakki Okulu ve Balkan Savaşı sonrası şehit çocuklarının eğitimi için açılan Dâr-ül Eytam'da öğretmenlik yapmıştır.
Edirne'nin 1920 yılında Yunanlılar tarafından işgal edildiğinde, Edirne'deki pek çok yurtseverle birlikte o da, Girit'e sürülmüştür2.
Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin aktif üyesi, Koza Kooperatifi ve Edirne Mûsiki Cemiyeti'nin başkanı olan Hafız Râkım Ertür, musiki ile çok yakından ilgilenmiş, ney üflemiştir3. Sadece okumaz aynı zamanda yazan, geniş bir bilgiye sahip, hoşgörülü, aydın, yeniliklere açık bir din adamıdır.
Hafız Râkım Ertür'ün, Balkan Savaşı'nın başlangıcından, Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgaline kadar gün be gün Osmanlıca olarak kaleme almış olduğu anıları, Dr.Ratip Kazancıgil tarafından günümüz yazı ve diline çevrilerek 1986 yılında "Hafız Râkım Ertür'ün Anılarından Balkan Savaşında Edirne Savunması Günleri" adı altında Edirne Valiliği İl Özel İdaresi tarafından yayınlanmıştır.
16 Eylül 1912 – 13 Mart 1912 tarihleri arasında, Edirne Savunması sırasında yaşananları anlatan kitap,142 sayfa olup, 35 resim ve 3 harita içermektedir.
Kitabın II. baskısı, 1999 yılında Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi yayını olarak çıkmıştır.
Hafız Râkım Ertür'ün anılarının ortaya çıkması...
Dr.Ratip Kazancıgil; "Edirne'ye ve Halk Sağlığına Adanmış Bir Ömür" Dr.Ratip Kazancıgil adlı eserde, çok yakın dostum dediği Hafız Râkım Ertür'ün anılarını nasıl bulduğunu şöyle anlatmaktadır:
"Râkım Hoca'nın vefatından sonra, eğer müsaade ederlerse, hocanın evraklarını görmek için kızı Münire Hanım ve damadı Binbaşı Mehmet Bey'den ricada bulundum. Onların bana verdiği evraklar arasında "Balkan Savaşı sırasında Edirne Savunmasına" ait tutmuş olduğu günlük defter çok önem taşıyordu.
O, 155 gün süren Edirne savunması günlerini askeri ve sivil yönüyle, güzel bir ifade ile anlatıyordu. Bu bulunmaz bir hazine idi. Çünkü o zamana kadar ben, Balkan Savaşı Edirne Savunması hakkında, toplamak istediğim bilgilerde pek başarılı olamamıştım. O günleri yaşamış olan kimselerle görüştüğümde hepsi aşağı yukarı aynı hikâyeyi anlatıyorlardı.
"Çok zahmet çektik. Yaralandık. Bombalandık. Aç kaldık. Süpürge tohumundan ekmek yapıp yedik. Peynir suyuna pilav pişirdik." Hepsinin ifadeleri buydu.
Hâlbuki hoca, o günleri günü gününe, saati saatine kaydetmişti. Bu sayede Edirne savunmasının bu şehre neler getirdiğini de öğrenmiş bulunduk.
Defter, o zamanın yazısı Osmanlıca ifadelerle yazılmıştı. Ben bunları günümüz diline ve yazısına çevirdim. Sonra da Genel Kurmay Harp Tarihi Komutanlığı'na gönderip, olayların birbirini tutup tutmadığını kontrol ettirdim. Aldığım rapor üzerine kitabı bastırıp yayınlattım 4"demektedir.
Kazancıgil, kitabın önsözünde; kitabın ana konusunun Edirne Savunmasının sivil yönü olduğunu belirterek, "yaklaşık beş buçuk ay sürmüş olan Edirne Savunması'nın siyasi ve askeri yönleri genellikle incelenmiş ve bu hususlarda oldukça yerli ve yabancı yayınlar da yapılmıştır.
Ancak, bu süre içersinde Edirne kalesi dahilindeki sivil halkın nasıl yaşadığı, ne gibi zahmetler çektiği, kuşatılmış olmanın genel psikolojisi, asker ve sivil ilişkilerin bütünü ile ve hem de günü gününe işlendiği bir yayın bildiğimce henüz yapılmamıştır" dedikten sonra,
"Edirne Savunması'nın sivil yönü içinde, Balkan Savaşı'nı kaybetmemizin sebeplerinden bir bölümünü de bulacağınız bu günce, sadece geçmişin hazin hikâyesi değil, geleceğimiz için de bizlere büyük dersler veren, yaşanmış bir tarihin yaşandığı anda kaleme alınmış eşsiz bir belgeseldir. Onda sadece kahramanlık ve fedakârlıklar değil, ihmalleri, cehaleti, tedbirsizlikleri ve hatta ihanet diyebileceğimiz, kişisel ve siyasi çıkarlar uğruna oynanmış oyunları ayrıntıları ile bulacaksınız" demektedir.
Önsözden sonra, kitabın basılmasında bir sakınca olmadığını belirten Genelkurmay Başkanlığı'nın Nisan-1985 tarihli yazısı ile Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış 26 Mart 1985 tarihli bir rapor ile Balkan Savaşı hakkında kısa bir bilginin yer aldığı giriş bölümünden sonra anılara geçilmektedir.
"Edirne Savunması", başlığı altında Balkan Savaşı'nda kuşatılmış Edirne'de yaşadıklarını yazmaya başlayan Hafız Râkım Ertür güncesine;"
Hatıratımı yazmadan önce şunu belirteyim ki; bu defterde yazacaklarım kendi hayatım, gözümle gördüğüm bazı durumlar ve bir de doğruluğuna inandığım bazı kaynaklardan aldığım haberlerdir.
Kale kuşatması öyle bir şeydir ki, ne hapisliğe, ne de kalebentliğe, velhasıl dünyada hiçbir şeye benzemez. Gazete, mektup gelmez. Telgraf işlemez. Resmi yazışmalar, askeri haberleşmeler gayet gizlidir. Telgraf memurları alıp, verdikleri halde, bir şey bilmezler. Çünkü bunlar, bütünü ile şifreden ibarettir. Kale, lüzum gördükçe bildiri yayınlar. Vatandaşlar bu bildirileri, kahvehanelerde okutarak, her kelimesine ayrı ayrı anlam verirler. Bu toplum için bir sermayedir. Nereye gitsen siyasetten bahsedilir. Günde bin türlü yalan çıkar. Eğer bu gibi şeyler olmasa, insan için deli olmak işten bile değildir.
Bir kere düşünün: Bütün gündüz ve gece ufukta top ve tüfek sesleri...
Neler oluyor? Sonuç nedir? Bilinmez.
Her gün, kolordularla ilgili bin türlü haber, bin türlü yalan. Şehrin dışına çıkmak olanaksızdır. Gece gündüz gördüğümüz sadece gökyüzü. Gözler ufuklarda herkes bir şey bekliyor. Beklenilen ise kolordulardır. Gelecekler, bizi kuşatmadan kurtaracaklar.
Ben, daima Doğu cephesine baktım. Ve Doğu cephesinden, uzaktan uzağa gelecek olan top seslerini bekledim. Bunları bir defa işitebilsem iş bitmişti.
Kuşatmalarda, kalede bulunan insanların psikolojik durumlarını anlamak, o hali görmek, kuşatmada bulunmakla anlaşılır. Bunlar ne kadar yazılsa ve anlatılsa kanımca noksan, yine noksan kalır" diyerek başlamaktadır.
Bu girişten sonra Hafız Râkım Ertür, savaş başlamadan önce ve savaş olacağı haberleri gelmeye başlayınca Edirne'nin sosyal yaşamı ile ilgili olarak ta;
"30 Ağustos Perşembe günü Ramazan bitmiş, Sofulu İlçesi hakiminin Şer'i Mahkemesi (Dini Mahkeme) kararını göndermesi üzerine Ramazan Bayramı başlamış olduğunu, halkın, bu karardan haberi olmadığından, sabah yataktan kalkanlar bir defa şaşırdıklarını, alaturka saatle sabah üçte bayram ilan edildiğini, saat dörtte de bayram namazı kıldıklarını, dört günü bayram sevinci içinde geçirdiklerini, Edirne'deki hayatın gayet normal olduğunu, herkesin günlük işleri ile meşgul bulunduğunu, okulların açık olduğunu" yazar.
Savaş olacağına dair haberler gelmeye başladığında da, "kendisinin bunlara hiç önem vermediğini, hatta yenilmek hiç aklıma gelmiyordu. Ben daima Bulgaristan'a girmeyi düşünüyordum" diyerek de savaş karşısındaki kendi düşüncesini belirtir.
Edirne'nin savaş öncesi siyasi durumu ile ilgili olarak:
İstanbul gazetelerini okuduğunu, onların devamlı partilerden söz ettiğini, birbirlerini ağır dille suçladıklarını, seçim için vilayetlere müfettişlerini gönderdiklerini, Edirne'ye de iki müfettişin geldiğini, kuşatmada bu müfettişlerin Edirne'de kaldığını, Edirne Valisi'nin İstanbul'a çağrıldığını, İstanbul'a çağrılan valilerin yerleri değiştiği halde, Edirne Valisi'nin yerinin değişmediğini, dönüşünde, vilayetin ileri gelenlerinden bazılarına özel olarak talimat verdiğini yazarak, dönemin siyasi durumu hakkında bilgi verir.
Savaşın olacağı kesinlik kazandıktan sonra, halkın bunu nasıl karşıladığı hakkında ise;
"Redif askerlerinin silâhaltına çağrılması, herkese teskere dağıtılmasının nedenini anlaşılamadığını, altı hafta talim yapacaklar denildiğini, sonra genel seferberlik ilan edildiğini gazetelerden okunduğunu, savaşın kesinlikle olacağı anlaşıldıktan sonra, halkın bayram havası yaşadığını, askere çağrılanların işlerini bırakarak büyük bir istekle davete katıldıklarını, Edirne'de askeri hazırlığa hız verildiğini, askeri araçların gece gündüz cephane ve askeri gereçleri taşıdığını, ilçelerden ve sancaklardan Edirne'ye askerlerin geldiğini" yazar.
Birçok subay ailelerinin, İstanbul'a gönderildiğini söyleyen, kendi annesi ile kardeşinin hanımının da İstanbul'a gönderdiklerini belirten Râkım Ertür, kadınların İstanbul'a gönderilmesini doğru bulur. Bunu da; "Çünkü onlar, kadın olmaları nedeniyle, patlayacak olan kale toplarının gürültüsünden korkacaklardır diyerek" açıklar. Erkeklerin İstanbul'a gitmesine ise canı sıkılır.
İstasyonun göç eden ailelerle dolu olduğunu, halkın endişe ile işin sonunu beklediğini, her kesi bir merak saldığını, halkın işini gücünü bıraktığını, sabırsızlıkla bir an önce savaş olmasını bekliyordu dedikten sonra, her taraftan şarkılarla türkülerle redif taburlarının geldiğini, İstanbul'dan gelen gazetelerde barışın savaşa tercih edildiği gibi yazılar bu da halkın neşesini kaçırdığını yazarak, seferberlik ilan edildikten sonra Edirne halkının psikolojik durumunu anlatmaktadır.
Savaş başlamadan önce Edirne'de yaşananları anlatan Hafız Râkım Ertür, Edirne'ye gelenleri de şöyle eleştirmektedir.
"Kaleye gelenlerin ne cinsi, ne miktarı, ne de geliş zamanları, barış zamanında düzenlenmiş cetvellere, üst makamlarla komutanlardan verilmiş olan talimatlara kesinlik taşıyan bildirilere hemen hemen yüzde doksan oranında uyulmadı. Aykırı düştü. Hele ikmal askerinin geliş şekli pek feci idi. Topçu askeri yerine, gereği olmadığı halde denizci, piyade yerine gereğinden fazla süvari geliyordu.
Bu yetmiyormuş gibi, hiç yeri olmayan, kale için zararlı, tüketici ve faydasız insanlardan başka bir şey olmayan, müstahfız 5 askeri de gelenler arasındaydı. Bunlardan hiçbirinin görev yapmadıklarını donatım ve silahları ile birlikte çil yavrusu gibi dağıtıldıklarını olaylar göstermiştir.
Ta İstanbul'dan itibaren Trakya'nın bütün istasyonlarında "Allah'ını seven trene binsin, Edirne'ye gitsin" tarzında kaynağı belirsiz bir emre uyularak, trene binip, Edirne'ye gelenleri kabul etmekten başka çare kalmamıştı."
Hafız Râkım Ertür, Edirne'ye gelen tabur ve kale askerlerinin sayılarını da vermiştir.
Bunun nedeni olarak ta, savaşın sonuna kadar kalenin savunması bunlarla yapılmış olduğunu göstermek için olduğunu söylemektedir.
Balkan Savaşı başladıktan sonra, Edirne'de yaşananların hepsini bu kısa makale içersinde almamıza olanak olmadığından, bize göre ilginç gelen olayları, Hafız Râkım Ertür'ün anılarından takip edelim...
SAVAŞ BAŞLIYOR "İlk Tüfek Sesleri" :
Hafız Râkım Ertür ilk tüfek seslerini mısır patlamasına benzeterek, savaşın başlamasını şöyle anlatır:
"5 Ekim Cuma:
Devletlerle ilişkilerin kesilmiş olduğunu ve Bulgarların sınırı aşmaya başladıklarını haber aldık. Herkes de heyecan ile karışık bir sevinç vardı. Aynı günün akşamı, bulunduğum yüksek evin Bulgaristan tarafına dönük penceresini açıp, dinliyorduk. Uzaktan mısır patlar gibi aralıksız tüfek sesleri geliyordu. Bunların sınıra doğru siper almış olan nizamiye birliklerinin çatışmaları olduğu anlaşılıyordu.
ASKER AİLELERİNE PARA DAĞITILIYOR:
Hükümet yalnız olan asker ailelerine para dağıtıyordu. Beni de belediye dairesine çağırdılar. Yıldırım Mahallesi'ne para dağıtmaya gönderdiler.Paraları alıp, iki arkadaşla birlikte Yıldırım Polis Mevki'ine gidip, muhtarı çağırttık.
İslam mahallelerinin defterleri son derece karışık ve düzensiz idi. Akşama kadar uğraştığımız halde, işimizi bitiremedik.
Kadınlara söz anlatmak mümkün olmuyordu. İki-üç yüz kadının hepsi birden söz anlatıyordu. Bir taraftan da yağmur yağıyordu. O gün akşama kadar yemek bile yemedim. Böyle pis ve kötü bir işe tutulduğuma canım sıkıldı. Defterden bir isim okunuyor, o anda üç kadın birden ortaya çıkıyor. Hepsi okunan isimlerin kendisi olduğunu ispata çalışıyor. Muhtarlar, bir takım okuma yazma bilmeyen cahiller olduğundan bu kadınlar hakkında haber ve bilgi veremiyorlar. Kadınlar, muhtarlarla kavga ediyorlar.Bir rezalet ki, hiçbir şey anlaşılmıyor.
O gün, saat on'da bunların işlerini ertesi güne bırakarak, Rum muhtarı çağırttım.
Bu adamların defteri gayet muntazam. Bizim elimize verilen defterlerin bir örnekleri kendi ellerinde mevcut. Yarım saat içinde paraları dağıtıp, oradan çekildik. Bunları yazmakta ki amacım, teşkilatımızın ne kadar eksik olduğunu göstermektir.
Görüldüğü gibi Hafız Râkım, gördüğü olumsuzlukları da güncesinde tarafsız bir gözle kaleme almıştır.
KÖYLÜLERİN GÖÇÜ- "Göç Bize Efendimizden Kalmıştır."
7 Ekim Pazar, Köylülerin göçü bu gün daha da fazlalaşmıştı. Zavallı köylüler perişan bir halde geliyorlar. Yanlarına bir şey alamamışlardı. Yalnız bazıları, bir yorgan ile birkaç parça eşyalarını arabalarına koymuşlardı.
Yalınayak, her tarafları yağmurdan ıslanmış, insan kılığından çıkmışlardı. Kendilerine sordum:
Niçin Kaçıyorsunuz?
Bulgar süvarilerinin geldiğini, köyleri yaktığını, daha ileri de bir takım köy yollarını kestiklerini söylüyorlardı. Hallerinden yine de şikâyet etmiyorlardı. Çünkü ümitleri vardı. İki- üç güne kadar,köylerine döneceklerini zannediyorlardı.
Bazıları diyor ki; Göç bize efendimizden kalmıştır.
ŞEHRİN TERK EDİLMESİ İSTENİYOR :
Şehrin idaresi, yalnız kale komutanı İsmail Paşa'ya kaldı. Kale bir duyuru yayınladı. Kadınların, güçsüzlerin ve yabancıların şehri terk etmelerini, kale de kalanların iki aylık yiyecek temin etmelerini duyuruyordu. Şehri terk etmek zorunlu değildi. Herkesin arzusuna bağlı bir durumdu.
Bazı kimseler evlerine bir çuval un alıyordu. Birçok kimse, buna bile önem vermiyordu. Çünkü on beş gün içinde her şey olup, bitecekti.
HEP BİR ÜMİT VARDI:
Hükümet, bir taraftan da halkın elinde bulunan hayvan ve arabaları askeri kuruluşlar adına satın alıyordu. Hükümet avlusunda kurulan komisyon satın alma ile meşguldü. Edirne şehri aslında bir arabacı memleketi olduğundan bunlar bol idi. Lâkin birçok yoksulların elinden malları alınıp, hepsi işsiz güçsüz bırakıldı. Bu durumdan kimseyi üzgün görmedim. Herkes istekle veriyordu. Çünkü ümit vardı.
Bulgarları yenecek. Bulgaristan'a girecek. Bundan sonra, komita ve harp gürültüleri Edirne'den kalkacak. Herkes bolluk içinde yaşayacak, daha çok para kazanacaktı.
KÖYLÜLER KALEYE ALINMIYOR "Kale Yönergesi Böyle İmiş":
Bütün etraf köyleri kaleye girmek istedikleri halde, komutan, bunları kabul etmiyordu.Vali'nin hiç hükmü kalmamıştı. Kale dışındaki tel örgülere gelen bir takım köylüler, süngülerle geri çevrilerek kaleye kabul edilmiyordu.
Kale yönergesi böyle imiş. Halk, bu duruma çok üzülüyordu.
Çiftlik sahibi zengin köylüler, tahıl ürünlerini, hayvanlarını kaleye getirmek için komutana başvurdukları halde, istekleri şiddetle geri çevriliyordu.
Bu tutumdan bir şey anlaşılmıyordu.
VALİ'NİN TUTUMU:
Bu günlerde Vali Halil Bey, vilayete bağlı yönetim merkezlerini dolaşmakla meşguldü. Mürefte,Tekirdağ yönünde geziyor, o ay kendisine ayrılan yolluğu bitirmekle meşgul bulunuyordu. Bir taraftan da başka iş kalmamış gibi vilayet dairesinin merdivenlerini ve hamam dairesini yıktırıyordu. Bu paralar, hep örtülü ödenekten harcanıyordu.
Kale'de bulunan ve kuşatılacağı kesinlikle beklenen kale halkının gereksinimi kesinlikle düşünülmüyordu. Daha doğrusu insan yerine bile sayılmıyordu.
Bulgarlar ise, bu durumdan son derece faydalandılar. Her girdikleri köyün ambarlarını tahıl ürünleri ile dolu buldukları gibi, hayvanlarını da olduğu gibi buldular. Yalnız emanete kalan âşar 6 malından kırk dört bin kile tahıl, köylerde âşar ambarında kalmıştı. Cenabı hak, bu yıl her tarafa bolluk yağdırmış, en yoksul köylünün kulübesinde diğer yıllara oranla bir iki kat tahıl ürünü fazla olarak bulunmuştu. İşte, Bulgarlar bu gibi durumlardan pek çok faydalandılar.
SAVAŞTA GAZETE:
"9 Ekim Salı" Bugün, İstanbul'dan gelen gazeteleri okuduk. İşte bunlar, Edirne'ye gelen son postanın gazeteleridir. Bu tarihte, posta ulaştırması kesilmiş, yalnız trenler işlemiştir. O,gün gelen gazeteleri okuyunca canım sıkıldı. Çünkü pek çok yalanlar gördüm. Biz, savaş yerinde bulunduğumuz halde böyle şeylerden haberimiz yoktu.
Bulgarlar, kale yanına gelmişlerdi. Halbuki gazeteler,Osmanlı askerlerinin Mustafa Paşa İlçesi üzerinden geçerek,Bulgaristan içlerine doğru gittiğini yazıyordu. Bunu gibi daha birçok yanlış beyanlar da vardı.
KALE KOMUTANI
Kale komutanı İsmail Paşa olduğunu yazmıştım. İsmail Paşa şehrin idaresine bakıyor, savaşa katılmıyordu.
Savaşı idare eden Topçu Feriki Şükrü Paşa idi. Kurmayları da Binbaşı Fuat Bey'le Yüzbaşı Remzi Bey7 'di.
KALE'NİN İLK SAVAŞI:
11 Ekim Perşembe, gece saat iki sıralarında Anavutköy,Yassıtepe,Karagöz, Kemer tabyaları üzerine düşman tarafından şiddetli bir ateş açıldı. Hepimiz pencerelere koşarak savaşı seyrediyorduk. Şarapneller kandil gibi açılıyordu. Bunları ilk defa görüyorduk. Ateş devam ediyor. Kale de karşılık veriyordu.
Herkesi bir korku saldı. Okuma bilenler devamlı Sure-i Fetih (Fetih Suresi) ni okuyorlardı. Herkes de bir heyecan vardı. Ben, soğukkanlılığımı korumak istediğim halde başaramıyor isem de, yine de belli etmiyordum.
O gece, uyku uymak olanaksızdı. Giysilerimizle yattık. Uyur-uyanık bir halde sabah olmasını bekledik. Her taraf karanlık idi. Sıkı yönetim olduğu için sokağa çıkamıyorduk.
Sabah, her taraf ağarmaya başladığı sırada evden çıktım. Kadınlar, kapıların arkasında, sandalyelerin üzerinde çarşafları ile oturuyorlardı.
Lakin bu iş bu kadarla kalmadı. Şehir halkı bir kere yerinden oynadı. Arabalar istasyona insan ve eşya taşıyorlardı. Edirne'den gitmeye niyetleri olmayan bir takım adamları o gün giderlerken gördüm.
İstasyona giden arabalar, tavanlara kadar insan ve eşya dolu olarak geçiyorlardı. Sokaklarda asker ve subay olarak kimse yoktu. Herkes görevinin başında bulunuyordu.
O gün, İstanbul'a gidecek yolcular çok kalabalık olduğundan eşya vagonlarına konularak, gece saat yedide Edirne'den hareket etmişler. Kuleliburgaz'a kadar gitmişler. Orada yolun bozuk olduğu anlaşılınca, tren, yolcuları Dedeağaç'a götürmüş. Her ne sebebe dayanıyor bilemiyorum. Tekrar kuleli istasyonuna getirmiş, oradan da İstanbul'a hareket etmişler.
Yollarda ne kadar zorluklar ve eziyet çektiklerini tabii kendileri bilirler. Bizim bunlardan haberimiz olmadı.
PLEVNE BENZETMESİ:
12 Ekim Cuma, Kale bugün bir bildiri yayınlayarak, kale dışında düşmanla savaşan düzenli tümenin görevini üstün başarı ile tamamladığını ve bundan sonra kaleye çekilerek büyük babaları olan savunucularına benzetme yapacağını duyurdu.
Bu işin içine Plevne savunucuları girince işin uzayacağı anlaşıldı.
İSTANBUL'A SON TREN:
14 Ekim Pazar günü gecesi,Edirne'den İstanbul'a hasta ve yaralıları götürmek üzere bir tren hareket etti. Bundan sonra Edirne ile İstanbul arasındaki trenlerin geliş-gidişi kaldırılmıştı.
İstanbul'dan gelen bir telgrafta, Edirne İstasyonunda bulunan tüm makine ve vagonların Çorlu'ya hareketi emredilmişti.
MARAŞ SAVAŞLARI:
Maraş Savaşları Edirne savunmasında önemli bir yer tutmaktadır. Türk ordusu büyük bir direniş ve başarı göstermesine karşılık, çok ta zayiat verdiği bu savaşların ilki 16 Ekim ikicisi ise 25 Ekim 1912'de gerçekleştirilmiştir.
15/16 Savaşı adı da verilen ilk Maraş savaşı ile ilgili Hafız Râkım Ertür'ün anılarına bakalım:
16 Ekim;
Maraş denilen yer, silahsız bir yerdi. Buranın silahlandırılması savaş başladıktan sonra yapılmıştı.Eğer düşman buranın silahsız olduğunu önceden bilip hücumu oradan yapsaydı, bu hakim tepeleri eline geçirerek,daha ilk günlerde şehri bombardımana başlayacaktı.
Maraş öyle bir yerdir ki, tıpkı akça tahtasına 8 benzer. Ben gidip, oraları gezdim ve gördüm. Bizim için oralarda askeri harekâtta bulunmak çok zordu. Çünkü akça tahtasına benzettiğim bu arazinin dar tarafı bizim elimizde, geniş tarafı ise Bulgarların elinde idi. Burada mevzi değiştirmek bizim için zordu. Hatta savaşın başlangıcında işittiğime göre, kumandanlar buradan ümitlerini keserek, burasını terk etmek niyetin delermiş.
Kalenin kanlı savaşları Maraş'ta olmuştur.
Kale savaşlarında, Maraş savaşları kadar şiddetli bir savaş kalenin hiçbir tarafında olmamıştır.
Maraş baskını için giden birlikler, gece saat yedide piyade ateşine başladılar. Bu çarpışmalar, karşılıklı olarak sabaha kadar sürdü. Asıl savaş, sabah iki de başladı. Maraş tarafından gelen top sesleri şehrin pencerelerini sarsıyordu.
Yüksek bir evden dürbünle savaşı seyrettik. Her iki taraftan yağmur gibi şarapneller yağıyordu. Maraş Tepeleri ateş içinde yanıyordu.
Bu savaşlar çok ünlüdür. Buna 15/16 savaşı derler. Akşam saat on iki de toplar yine patlıyordu.Fakat eski şiddeti kalmamıştı. Gece sesiz geçti.
Bugünkü (Maraş) çıkış hareketi sonucunda ne elde edildi?
Subayların dediğine göre hiç. Faydası şöyle dursun, bize çok zararları vardır. Bunları kendi aklımdan değerlendirmemden yazıyorum.
Gördüğüm subayların hepsinin anlattığına bakılırsa, savaşın iyi idare edilmediği, düşman kuvvetleri hakkında yanlış keşif yapıldığı anlaşılıyordu. O gün baskın harekatına Gümülcine Tümeni katılmış. Önce onlar bozulmağa, kaçmağa başlamışlar. Bunun üzerine diğer asker bozulmaya başlamış. Gittikçe işin ağır korkunçluğu artıyormuş. Hemen nizamiye tümenlerini sürülmüşler. Diğer birliklerde bunlara karıştırılarak savaşın önü alına bilmiş.
Bu savaşta düşmana bir makineli tüfek, iki mantili top, iki cephane arabası kaptırılmış. Düşman, bulunduğu yerden bir karış bile geri çekilmemiştir.
Yanlış bir keşif yapmak yüzünden bu savaşta pek çok kayıplara uğradık.
GARİP BİR YARALANMA:
Arkadaşım Topçu Yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey, Salı günkü savaşta bacağının kabasından piyade kurşunu ile yaralanmıştı.
Topçu yüzbaşılarının piyade kurşunu ile yaralanması biraz gariptir. Çünkü batarya kumandanları korumalı bir yerde bulunurlar. Bataryalarını oradan idare ederler. Bizim İsmail Hakkı Bey, hırsından düşmana çok kayıp verdirmek için, düşman piyadesinin kurşun menziline kadar topları yaklaştırmış. Ondan sonra gurup ateşine başlayarak hepsini perişan etmiş ise de kendini de yaralamıştır.
ADA NAHİYESİ'NDEN GÖÇ BAŞLIYOR
"Kale halkı kalabalık olacak":
20 Ekim 1912 Cumartesi; Ada Nahiyesi bugüne kadar hiç göç etmemiş, köyleri bozulmamış idi.
Dimetoka taraflarında bulunan yerli Hıristiyanlar, bunlara hücuma başlayınca, bunlar da kaleye çekilmeye başladılar. Lâkin kaleye girmek kolay değildi. Bunlar evvela tel örgülere kadar gelirler. Kale bunları kabul etmez. Bir iki gün tel dışında bekletilir. Yağmurda, çamurda kalırlar. Ondan sonra bin zorlukla kaleye kabul olunurlar.
Bunun sebebini kale kurmaylarına soranlar şu yanıtı almışlardır:
"Kale halkı kalabalık olacak, sonra yiyecek sıkıntısı çekilecekmiş. Kale de yiyecek biterse, bütün kale halkının ölme olasılığı bulunduğundan bu kadar kimseyi öldürmektense, köylüleri kale dışında bırakıp, kale halkını onlara tercih ederlermiş. Yani çok kimsenin yok olacağına, daha az kimsenin yok olması iyi imiş."
Bu söz, kale kurmayı olan Binbaşı Fuat Bey'den işitilmiştir. Bir kurmayın yargısına bakınız. İşte, kalenin yazgısı onların eline bırakılmıştı.
Savaş başlamadan evvel tüm köylüler başvurdular. O zaman hepsi yiyecek tahılları ile geliyordu. Kabul olunmamışlar, bu defa yiyeceksiz, çıplak olarak geldiler. Bir iki gün eziyetten sonra, ister istemez kabul edildiler.
Ben bu kadar yazacağım. Daha fazlasını yazabilirim. Kişilere dokunmaktan çekindiğim için bu kadarla yetineceğim. Daha çok yazanlarda bulunur.
SULARIN KESİLMESİ:
22 Ekim 1912 Pazartesi günü Bulgarlar Kayapa Köyü'ne geldikleri zaman Edirne'nin suyunu kestiler. Çeşme ve hamamlara su gelmediğinden hamamlar kapandı. Halk, kuyu ve nehir sularını içiyordu. Evlerinde yanar hamamları bulunanlar, kuyulardan su çekip, hamamlarda ısıtarak yıkanıyorlardı.
Arkadaşımız, vilayet eski tercümanı İbrahim Efendi'nin evinde yanar hamamı olduğundan, bu gün özel olarak bize hamam yaktı. Orada gidip yıkandık.
Kuşatmada böyle hamam yapmak, herkese nasip olur şeylerden değildir.
ŞEKER-TUZ BULUNMUYOR:
Bu günlerde piyasada şeker bulunmuyordu. Kimin elinde şeker varsa sakladı.
Mevki'i Müstahkem Komutanlığı şekere dört buçuk kuruş fiyat koyarak, fazla fiyatla satanları askeri mahkemece cezalandırılacaklarını duyurdu. Bunun üzerine şeker tamamen ortadan kalktı.
Eğer bu duyuru olmasa idi belki, sekiz-on kuruşa kadar şeker bulmak mümkün olacaktı.
Tuz işi de böyle. Biz bunları yine buluyorduk. Lâkin gayet gizli satılıyor ve birkaç elden geçiyordu. Satan adamın kim olduğu belli olmuyordu. Bir okka şeker aracılarla elden ele geçerek, üç-dört kişi bu satıştan faydalanıyordu.
Bu günlerde şeker, gizli olarak 1 mecidiyeye alınırken, daha sonra, 100 kuruşa kadar çıktı. Sonra bir zaman geldi ki, yüz kuruşa da bulunmadı. Tuz seksen kuruşa satıldı.
KALEDEN ÇIKARTILMAK İSTENEN KÖYLÜLER:
24 Ekim 1912 Cumartesi;
Bugün polisler ve jandarmalar, köylüleri zorla kaleden çıkartmak için sabahtan çalışmaya başladılar. Zavallı köylülerin bir kısmı, iki gün yağmur ve çamur içinde gelerek, henüz medreselere ve mahalle camilerine yerleşmişlerdi. Bunlar gitmek istemedikçe zabıta memurları zorluyordu. Kadınlar ağlıyordu. Hükümet, bunları kale dışına çıkartıp, düşmana kurban verecekti.
Hükümetin kendi vatandaşlarına karşı olan şu eylemine şaşmamak mümkün değildi.
Köylülerin çıkartılması için emri nereden verildi. Bunu da bilmiyorduk.
Karanfiloğlu Çarşısı'nda bulunan medreselerden birinde bir köylü polis memuruna bir ricası olduğunu söyledi:
"-Efendi çok rica ederim. Bulgar Bayrağı nasıl yapılır bana öğret.Veya parasını vereyim satın al.
Polis bu söze şaştı. Köylü devam etti:
-Ben buraya İslamın arasına korunmaya geldim. Sizin böyle yapacağınızı bilseydim hiç gelmezdim. Eğer bana bir iyilik yapmak istersen, elime Bulgar Bayrağı ver.Ben gidecek yerimi bilirim." Dedi.
Polis bu sözlere kızdı. Zorlama gücünü daha fazla artırdı. O gün zavallı köylüleri bir kafile yaparak ve yanlarına da bir bölük asker vererek kale dışına yolladılar.
Lâkin ileri gitmek mümkün olmadı. Çünkü düşman kalenin her tarafını sarmış, bu zamana kadar açık bulunan Havsa, Ada Nahiyesi Bulgarlar tarafından işgal edilmişti. Bir bölük mustahfız asker ne yapabilirdi? Bunlar gittikleri gibi döndüler.
Burada şunu da belirteyim ki, Ada Nahiyesi bu güne kadar açık durduğu halde köylerin saman ve ekinlerini taşımadıkları gibi, taşıyacak olanlara da izin vermediler. Kim yiyecek, tahıl getirmek istedi ise de yasakladılar.
Bu yazdıklarıma bütün Edirne halkı ve köylüler tanıktır.
Bunların nedeni bilmem kale komutanlığından sorulacak mıdır?
MARAŞ SAVAŞI-II
25/26 Savaşı adı verilen bu savaşta, Nizamiye Tümenleri büyük başarı göstermiştir.
25 Ekim;
Bulgarlar, ne olursa olsun Maraş'ı düşürmeye kararlaştırdıkları anlaşılıyordu.
Bu savaşa dair sonra aldığım bilgi şöyledir: "O gün Bulgarlar, Maraş'a karşı şiddetli hücumlar yapmışlar." Bizim kahraman topçularımızın bu savaşta gösterdikleri direnci tarih pek parlak yazacaktır.
Edirne kalesinin ünlü savaşlarından biri de budur. Buna 25/26 savaşı derler. Bugün düşmana çok zayiat verilmiş ise de bizim de, yaralı ve zayiatımız çoktur. Birçok subayımız ve tabur komutanları, askere gayret vermek için avcı hatlarına kadar sokulmuşlar,bazısı şehir olmuş, bazısı yaralanmıştır.
Subaylar, bu savaşta pek çok kusur sayarlar. Savaş yine iyi idare edilmemiştir. İhtiyat ve redif birliklerinin kaçışı bu savaşta yine baş göstermiştir. Bu savaşta bozgunları onaran nizamiye tümenleridir. Hangi kanat bozulsa, derhal oraya yetişirler ve düşmanı perişan ederler.
MARAŞ NASIL BİR YER ?
Maraş'ın nasıl bir yer olduğunu tarif edeyim:
"Maraş Köyü'nden çıkılıp, üç yüz metre ileri gidilince bir tepe vardır. Buraya Maraş Tepe derler. Bu tepenin arkasına ağır obüs topları yerleştirilmiştir. Tepenin sağ ve sol kanatı ovadır.Sağ tarafı tren yolu,daha öbür tarafı şehirdir.Sağ kanattan düşmana ilerleme olasılığı yok gibidir. Sol kanat ise, ova olmakla beraber, bataklık ve ağaçlıktır. Lâkin düşman tarafından hücuma burası uygundur. Bu Maraş Tepe'nin sol gerisine gezici bataryalar yerleştirilmiştir. Bunların yerleri hiç uygun değildi. Adeta açıkta ateş ediyorlardı.Onlar, düşman toplarını görmedikleri halde, düşman onları istediği gibi görüyordu."
İşte, bu kadar zorluklar içinde topçularımız pek kahramanca savaşmışlardır. Düşünmeli ki, askerlerimiz ne kadar zorluklar içinde bulunuyordu.
YÜZBAŞI ŞUMNULU TEVFİK EFENDİ'NİN BAŞARISI:
Bugünün savaşını topçu subayı bir arkadaşım anlattı: "İleri mevzide Topçu Yüzbaşısı Şumnulu Tevfik Efendi'nin bataryası bulunuyormuş. Tevfik Efendi'yi tanırım. Kendisi gayet ciddi ve İnatçı bir zattır. O gün aralıksız ateş etmiş. Akşama doğru bizim piyade askeri bozulup, geri çekilmeye başlamışlar. Etrafta olan topçular ağırlıkları alarak geriye çekilmişler. Tevfik Efendi, dayanıklılığını hiç yitirmeden ve piyadenin çekilmesine önem vermeden ateşe devam ediyormuş. Her taraf kararmağa başladığı sırada, piyadelerimiz çekilerek, Tevfik Efendi için topların kamalarını alıp, çekilmekten başka çare kalmamış. Çünkü düşman epeyce yaklaşmış. Tevfik Efendi ateşe hep devam etmiş. Nihayet hava epeyce kararmış. Her iki taraf birbirini göremez hale gelmiş. Lâkin topların devamlı ateş etmesi,düşmanın cesaretini kırmış.
Önünde piyadesi olmayan bir topçu, olduğu noktada nasıl dayanabilir?
İşte Bulgarlar, bu düşünceye kapılarak yanılmışlar ve gece hücumundan vazgeçmişler.Eğer, bu hali bilip, o esnada zorlu bir hücum yapmış olsalardı, Maraş cephesi çoktan düşmüş olacaktı.
Geride bulunan komutanlar, Tefvik Efendi'nin ateşi kestiğini görünce esir olduğuna hükmetmişler. Sonradan iş anlaşılınca, bu kahramanın boynuna sarılıp,alnından öpmüşlerdir."
Tevfik Efendi'nin Şevket ve Emin Efendi isminde iki teğmeni vardır. Bu savaşta bu zatların gayretleri övülmeye değer.
BULGARLAR EDİRNE'YE BİLDİRİ ATIYORLAR:
2 Kasım Cuma; bugünlerde Edirne üzerinden Bulgarların uçağı geçiyor. Halka bildiri atıyordu. Bulgarlar, duyuruların da halka seslenerek diyorlardı ki:
" – Edirne'yi bin topla kuşattık. Geliniz. Teslim olunuz. Ey Edirne halkı, sizi zalim memurların ellerinden kurtaracağız. Bulgar orduları her yerde muzafferdir"
Bunun üzerine kale de bir bildiri yayınladı.
EKMEK FIRINLARI:
Bugünlerde, fırınlarda ekmekler, daha fırından çıkarken halkın ellerinde yağma gibi gidiyordu. Polis ve askeri kanunları 9 bu durumu önleyemiyorlardı. Bağıran,ağlayan kadın,çoluk çocuk fırınların önünde nöbet bekliyorlardı.
Ekmeklerin renkleri değişti. Has ekmek bulmak imkânsızdı. Lâkin, Zindanaltı Caddesi'ndeki has ekmek çıkaran fırın, sabahları beyaz ekmek çıkarıyor, bu ekmekler, ön plandaki üst düzey yöneticilere gidiyordu. Yiyecek işi güçleşiyordu. Fabrikatör Fındıklıyan Kumpanyası halka ve askere un öğütüyor, satıyor, etekler dolusu para kazanıyordu.
Bu kumpanya boş değildi. Bunların dışarıdan ortakları da vardı. Fabrika'da sivil ve asker birkaç ilgili o gece toplanırlar, listeleri düzenlerler.
Edirne'de Hüseyin ve İbrahim Bey fabrikaları da vardı. Bunlar boş durur, işlemez. Çünkü işletmezler. Bunlar, Şükrü Paşa'ya kim bilir ne türlü anlatılıyordu. Eğer kale düşmese idi, bu hesaplar onlardan elbette sorulacaktı. Ben ümit ederim ki, bu millette bu hesapları soracak kimseler bulunacaktır.
KURBAN BAYRAMI:
7 Kasım Çarşamba, bugün Kurban Bayramı. Bu yıl Müslümanlar tam bir Kurban Bayramı yapıyordu. Her gün, binlerce kurban veriyordu.
Bir kısım köylüler, koyunlarını şehre getirmişti. Bunlar, çok ucuz fiyatla satıldı. Çünkü hayvanlara yedirilecek tahılı insanlar yiyordu. Şehir içersinde saman kalmamıştı. Kaleye yakın bir çok köy bir ay kadar açık durduğu halde, bunların saman ve yiyecek tahılları içeri getirilmedi.
Şimdi, asker hayvanları için saman bulamaz duruma geldi. Subaylar, hayvanları için idare memurlarına başvurduklarında, kolay buluruz cevabı alıyorlardı. Bu gibi şeyleri idare memurları mı düşünecekti?
ŞEHİR İÇİNDE GÖÇ "Halk İmarete Göç Ediyor" :
10 Kasım Cuma;
Mermi düşmedik semt kalmadı. Yalnız, Yeniimaret ve Yıldırım yönleri ile Kaleiçi'nin aşağı semtlerine mermiler düşmüyordu. Şehirde bulunan halk İmaret'e ve Yıldırım'a göç ediyor. Bazı kimseler akrabaların yanına gidiyor, bazıları da kira ile ev ve oda tutuyordu. Şehir içinde göç başladı. Biz oturduğumuz evi güvenilir bularak bir tarafa gitmedik.
Bugün kale bir bildiri yayınladı. Bildiriyi okuduk. Sevinilecek bir şey yoktu. İnsana ürküntü veriyordu. Kolordulardan, zaferden, başarıdan bahsetmiyordu.
EKMEKLER KÜÇÜLDÜ:
Ekmekler küçülmeye başladı. Tuz bulunmadığından ekmek ve yemekler tuzsuz idi. Bizler, tuzun kıymetini kuşatmada öğrendik. Meğer tuzsuz hiçbir yemeğin tadı olmuyormuş. Tuz azaldıkça yemekler bize tuzsuz geliyordu. Ekmekler ufaldıkça midelerimiz doymuyordu. Tütün meselesi de böyle idi.
Ekmeğin her çeşidini yedik. Yedikçe iştahımız arttı. Mide hastalığı falan bir şey duymadık.
BULGAR UÇAKLARI :
17 Kasım Cumartesi;
Bulgarların siyah renkte olan bir uçağı, üzerimizden geçiyordu. Uçakların gezmesi askerin moralini bozuyordu.
Ne olurdu?
Savaş devam ettiği süre içinde, bizim o kadar para yardımları yaparak aldığımız bir uçak da Edirne Kalesine gelse idi. Ordunun morali daha çok artacaktı.
ATEŞKES İLAN EDİLİYOR:
21 Kasım Çarşamba,
Bu sabah kale bir bildiri yayınladı. Bulgar, Sırp, Karadağ hükümetleriyle süresiz olarak ateşkes ilân edildiğini, İşkodra ve Edirne kalelerinin bundan faydalanacağını duyurdu.
Kendimizi yeniden dünyaya gelmiş zannettik. Her tarafta bir bayram havası vardı. Şimdi türlü söylentiler vardı.
22 Kasım Perşembe günü her cepheden görüşmeci heyetleri gelip, tarafsız bölgeyi ayırdılar. Beyaz bayraklar diktiler. Şimdi savaş bitmişti.Herkes sabırsızlıkla yolun açılmasını bekliyordu.
ZORUNLU İHTİYAÇLAR:
Ateşkesten Edirne Kalesi de faydalanacaktı. Hiç olmazsa kaleye tuz,un,şeker,gaz gelecekti. Geceleri sokakta yanan bir gaz yoktu.Asker ve halktan fakir olanlar karanlıkta oturuyordu. Parası olanlar mum yakıyordu. Zorunlu ihtiyaçlardan olan bu dört ana maddeyi bulmak hemen hemen olanaksızdı. Bunlar para ile de bulunmuyordu. Paranın hiç önemi yoktu.
Tekel idaresinde paket tütün ve sigara kalmadığından, yaprak türün satılmaya başlandı. Yaprak tütünleri alıp, bıçakla kıyarak içiyorlardı. Bu durum birkaç gün devam etti. Tütün çoğaldı.
Tekelde tütün pek çok olduğu halde, halkı ve askeri bir sene idare edecek kadar tütün bulunduğu söyleniyordu.
Lakin, en gerekli olan ekmek, günden güne küçülmekte ve hemen hemen on beş günde bir askerin ekmeği küçülmekte idi. Fırınların önünde halkın yığılması günden güne artıyordu. Fırından bir ekmek almak, bir kale fethetmek demekti.
Tuz almak için Düyunu Umumiye İdaresi önüne her gün binlerce halk toplanırdı.
Fırınların önündeki kalabalık sırf İslamlardan ibaretti. Muhacirler, erkesiz kadınlar. Bunlar genellikle Müslüman idi. Musevi ve Hıristiyan kadınları kimse görmüyordu. Bu durum herkesin dikkatini çekiyordu. Bunu anlamak kolaydır.
Musevilerin ve Hıristiyanların örgütü kuvvetlidir. Düzenlidir. Bunların fukara sandıkları vardır. Ticaret kendi ellerindedir. Bunlar, tüccarlardan, fabrikalardan sağladıkları tahılı, düzenli olarak milletlerine dağıtıyorlar ve hiçbir Hıristiyan kadın fırınların önlerine gelip, ekmek almak için uğraşmıyordu.
EDİRNE'NİN BAĞ VE BAHÇELERİ ORTADAN KALKIYOR:
Köylüler, hayvanlarını kale dahilinde otlatıyorlar, bağlara götürüp, bağ çubuğu yediriyorlardı.Diğer taraftan fakir muhacirler,bağlardaki kütükleri ve ağaçları kesip eve getiriyor,satıyor,kendilerine ekmek parası temin ediyordu. Kalelerde bulunan birlikler civar bağlarda ki ağaçları kesiyordu. Yavaş yavaş Edirne'nin bağ ve bahçeleri ortadan kalktı.
BULGAR TRENLERİ
29 Kasım Perşembe, bugün Bulgar trenlerinin geliş gidişe başladığı kale tarafından gerekli yerlere duyuruldu. Trenlerin geçeceği hat üzerinde bulunmak yasaktı. İşittiğimize göre Bulgarların dışarıdaki orduları yiyeceksiz kalmış, trenler yalnız yiyecek götürecekmiş. Vagonlar, bizim tarafımızdan muayene edilecekmiş.
ŞEKER VE HELVA:
31 Aralık Pazartesi,
Bugün Cemil Efendi, kayınpederinin evini açtı. Aile İstanbul'a gitmişti. Ev savaş başladığından beri olduğu gibi duruyordu. Biz aradığımızı bulduk. Üç kıye şekerle, bir kıye tuz temin ettik. Tuz ve şekeri üç kişi önünde paylaştık. Üç yüz dirhem kadar şeker ayırdık. Bununla helva yaptık. Bu, gayet gizli idi. Başka arkadaşlar haber alırsa darılacaktı. Helvayı yaptığımız gün bizi kim aradı ise, kadınlar aracılığı ile evde yok dedirttik. Helvayı dört kişi yedik.
YİYECEK KOMİSYONU KURULUYOR:
Edirne Valisi Halil Bey, yiyecek araştırması için, komisyonlar kurarak, birer yönetmelik verdi. Bir evde yiyecek bulunursa, o evin nüfus sayısına göre yiyecek ayrılacak, geri kalan tartıp alınacaktı. Kale fiyat listesi ilan etti. Bu fiyat listesi üzerinden her kimde yiyecek var ise on gün içinde hükümete teslim etmesini, etmediği takdirde zorla alınacağını duyurdu.
AÇLIK:
24 Ocak Perşembe,
Bu günlerde ekmek sorunu daha fazla güçleşti. Bir fırın bir defa da seksen ekmek çıkartıyorsa, fırının önünde toplanan halk beş yüz kişi kadar vardı.
Kale de yalnız erzak düşünülüyordu. Cephane çok bol idi. Lakin asker, açlıktan günden güne vücuttan düşüyordu. Ötede beride kapıları kakarak dileniyordu.
DÜKKÂNLAR AÇILSIN:
29 Ocak Salı,
Halktan kimse, şehre işinin başına gitmediği gibi, memurlar da hükümete gitmiyordu.
Vali Bey, kışladan halka haber gönderdi: "-Herkes şehre gidip, dükkânlarını açsın Aksi takdirde sıkıyönetime teslim edeceğim"
Halk şöyle cevap verdi: "- Vali Bey, makamlarına gelsinler görelim de, biz de gidip dükkânlarımızı açarız" dediler.
UÇAK GELDİ…
8 Şubat Cuma,
Uçak geldi diye bir söylenti çıktı. Efendim müjde dediler. Uçağımız geldi. Siz nereden biliyorsunuz dedim. Uçağın indiği yerden geldiklerini söylediler.
Bütün polis karakollarına uçağın gelişi telefonlarla bildirilmiş. Polislerde kahveleri gezerek halka duyurmuşlardı.
9 Şubat Cumartesi,
Sabahleyin, dün gelen uçağın bizim olmayıp, Bulgarların uçağı olduğunu söylediler. Bu sözlere hayret ettim. Bulgarların uçağı kaleye nasıl inebilirdi?
Çarşıya geldiğimde arkadaşlardan bir topçu subayı gördüm. Evet, bu doğru dedi.
Bulgarların bir uçağı yolu kaybederek Edirne'ye inmiş. Orada bulunan askerlerde bizim uçak sanarak alkışlamışlar.
AÇLIK ve SOĞUK :
12 Şubat Salı,
Bugünlerde askerin ekmeği dört yüz elli grama kadar inmiş bulunuyordu. Zavallı askerler, insan kıyafetinden çıktılar. Yürümeğe kuvvetleri yoktu. Bu durumda, şiddetli kar ve soğuk altında yerlerinde kalıp oturdular. Zannedersem başka bir millet bu hale dayanamaz.
Caddelerde, kaldırım üzerlerinde, köşe başlarında mangallar üzerinde suda kaynatılmış işkembe ve bağırsak satıyorlar. Bazı yerlerde yalnız suya nişasta salarak pişirirler ve üzerine de peynir serperek peynirli börek diye satarlar. Askerler, bunu yemeğe çalışırlar. Ağızlarında çiğneyerek tekrar dışarı atarlar.
18 Şubat pazartesi,
Kale tarafında piyade savaşı olursa, Edirne içindeki yük ve insan taşıyan arabalar toplanarak savaş alanına gönderilir, yaralılar hastanelere getirilirdi. Bugün savaş olmamıştı. İnzibat erlerine yaralıları niçin gönderdiklerini sordum.
İstihkâmlara, karakolları değiştirmeye giden askerlerin, soğuktan ve açlıktan yorgun düşüp, güçsüz kaldıklarını ve bazılarının öldüğünü söylediler.
EDİRNE DÜŞÜYOR :
13 Mart Çarşamba,
Kale'nin doğu kısmı bugün tamamen sustu. Asker, genellikle elbiselerini arak şehre kaçıyor. Kışlalara, cephaneliklere, pavyonların bazılarına ateş verildi. Kazantepe, Maraş, Güney cepheleri hala savaşıyor, teslim olmuyordu. Bu cephelerin komutanı Arap İbrahim Paşa'dır.
Şehri bir duman kapladı. Gündüz saat dört oldu. Hiçbir tarafta silah sesi kalmadı. Bütün cepheler eslim olmuştu. Memleket bir sessizlik içinde bulunuyordu.
Süvari şehre girmişti. Hükümet karakolları, resmi binaları Sırp ve Bulgar askerleri teslim alıyordu.
Bulgar askerleri akşama kadar mızıkalar çalarak şehre girdiler.
ANILARIN SONU" BU KADARLA YETİNECEĞİM":
Bundan sonrası özetle, yağmacılık, öldürmeler zulümler… Esirlerin Sarayiçi'nde toplanması nedeniyle tekrar öldürmeler.
Maraş ve Güney cephesindeki subayların üç gün sonra öldürülmeleri gibi bir takım olaylardır.
Bunlar bende kayıtlı ise de bu kadarla yetineceğim.
Hafız Râkım Ertür anılarını burada sonlandırır.
Balkan Savaşı'nda Edirne Savunmasında yaşananları tarafsız bir gözle kaleme alan, gereğinde eleştiren, yapılan haksızlıklara karşı çıkarak bunları anılarına yazmaktan çekinmeyen Hafız Râkım Ertür, Edirne'nin Bulgarlar tarafından işgal edilişinden sonraki olayları yazmaz, daha doğrusu yaşananları yazmak istemez. İşgal sırasında yaşananların kendinde kalmasını isteyerek anılarına son verir.
Kaynaklar
- T.Ü.Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı /Edirne/2012/
- Kazancugil R.; "Hafız Râkım Ertür'ün Kısa hayat Hikayesi" ,Yöre, Sayı:31-32, Ekim Kasım-2002,s: 8-9
- Hafız Râkım Ertür'ün Edirne Milletvekillerinden Şerif Ercan'a hediye etmiş olduğu Ney'i, 14 Mayıs 2010 tarihinde Dr.Ratip Kazancıgil'in 90. Yaşı dolayısıyla düzenlenen törende ,Şerif Ercan tarafından Dr.Ratip Kazancıgil'e hediye edilmiştir. Ney, bugün Trakya Üniversitesi Sultan II.Bayezid Dârüşşifası Sağlık Müzesi'nde bulunmaktadır. N.Gökçe
- Tuğrul H.M, Gökçe N.; "Edirne'ye ve Halk Sağlığına Adanmış Bir Ömür" Dr.Ratip Kazancıgil, Edirne,2010,s:173-174
- Müstahfız: Yeniçeriler kaldırıldıktan sonra kırk yaşını aşmış kimselerin, yedek asker hizmetlerinden sonra gelen dört yıllık askerlik süresi.
- Âşar:Tarım ürünlerinden onda biri oranında alınan vergi
- General Remzi Yiğitgüden. "Balkan Harbinde Edirne Kale Muharebeleri" adlı bir eseri de bulunmaktadır.
- Akça tahtası: Kuyumcularla, resmi dairelerdeki veznedarların, üzerlerinde para saydıkları tahtanın adı idi. Bu tahta; ucu hariç olmak üzere, kenarlı, ucuna doğru darlaşıp, oluk haline getirilmiş idi.
- Eskiden askeri inzibat erleri boyunlarına,üzerinde "KANUN" yazan yarımay şeklinde madeni plaka takarlardı.Bu nedenledir ki bunlara bu ad verilirdi.