Dr.Ratip Kazancigil’in anılarından: 1920-1940 yılları arasında Malatya’da sağlık ve sosyal yaşam

Dr. Ratip Kazancıgil
Güncelleme:

Özet:

DR.RATİP KAZANCIGİL’İN ANILARINDAN: 1920-1940 YILLARI ARASINDA MALATYA’DA SAĞLIK VE SOSYAL YAŞAM1

1920 yılında Malatya’da doğan Dr.Ratip Kazancıgil, ilk ve orta öğretimini bu şehirde yapmıştır. Yurtlu öğrenci olarak girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1943 yılında mezun olmuştur. Aydın’da "Aydın Sıtma Savaş Bölgesi Merkez Şubesi Tabibi "adayı olarak başladığı hekimlik hayatını Edirne’de sürdürmüştür. Trakya Sıtma Mücadele Reisi, Trakya Sıtma Savaş Bölgesi Başkanlığı, Edirne Sıtma Savaş Bölgeler Gurubu Başkanlığı, Edirne İl Sağlık Müdürlüğü yapmıştır. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nın ve Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin de kurucusudur.

2009 ve 2015 yıllarında iki ayrı söyleşi yaptığımız Dr. Ratip Kazancıgil bize, büyüdüğü bu şehrin sağlık ve sosyal yaşamı hakkında da bilgi vermiştir. Bu bilgilerin ışığında Malatya’da bilimsel hekimliğin yanı sıra halk hekimliğinin de bulunduğunu söyleyebiliriz.

Kazancıgil ayrıca, Cumhuriyetin ilk yıllarında Malatya’da bir hastane, bir dispanser ve bir doğum evinin bulunduğunu söylemektedir. Hekim- Hasta ilişkisinden de bahsetmektedir. Malatya’daki sosyal yaşamın cumhuriyetle birlikte nasıl değiştiğini anlatmaktadır.

Anahtar Kelime: Malatya, Dr.Ratip Kazancıgil, sağlık


Abstract:

MEMORIES OF DR.RATİP KAZANCIGİL: HEALTH AND SOCIAL LIFE IN MALATYA IN-BETWEEN YEARS 1920-1940

Dr. Ratip Kazancigil was born in Malatya in 1920. He completed his primary and secondary education in Malatya, his hometown. In 1943, he graduated from Istanbul University Faculty of Medicine, which he had attended with a scholarship. Dr. Kazancigil has continued his professional life, which started in Aydin as a candidate physician for "The Central Branch of Aydin Malaria Battle Area", in Edirne. He served as the Chairman ofThrace Fighting Malaria, President of Thrace Malaria Battle Area, President of Edirne Malaria Battle Regional Group, and the Edirne Province Health Authority. He is also the founder of the Department of Medical History and Ethics at Trakya University School of Medicine and Trakya University Complex of Sultan Bayezid II Health Museum.

During our interviews in 2009 and 2015, Dr. Ratip Kazancigil provided us information about the health and social life of the city that he grew up. He emphasized that folk medicine exists in Malatya as well as scientific medicine.

Kazancıgil also told that a hospital, a dispensary, and a maternity hospital existed in Malatya during the early years of the Republic. He mentioned physician-patient relationship and explained how the Republican reforms changed the social life in Malatya.

Keywords: Malatya, Dr.Ratip Kazancıgil, health

Resim 1 - Dr.Ratip Kazancıgil
Resim 1 - Dr.Ratip Kazancıgil

Giriş:

Dr.Ratip Kazancıgil, 1920 yılında Malatya’da doğmuştur.İlk ve orta öğretimini bu şehirde yapmış, yurtlu öğrenci olarak girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1943 yılında mezun olmuştur.

Malatya’nın önde gelen ailelerinden birinin oğlu olan Kazancıgil’in, çocukluk ve ilk gençlik yılları bir taraftan eskiden kalan inançların, adet ve geleneklerin devam ettiği, diğer taraftan harf devrimi, kılık kıyafet devrimi... gibi inkılapların yapıldığı, tam bir geçiş döneminde geçmiştir. Yenilik hareketlerine birebir şahit olmuştur. Kendi deyimiyle, bir ayağı Osmanlıda olmakla beraber, Cumhuriyet döneminde eğitim alan bir kimsedir.

Aydın’da "Aydın Sıtma Savaş Bölgesi Merkez Şubesi Tabibi "adayı olarak başladığı hekimlik hayatını Edirne’de sürdürmüştür. Trakya Sıtma Mücadele Reisi, Trakya Sıtma Savaş Bölgesi Başkanlığı, Edirne Sıtma Savaş Bölgeler Gurubu Başkanlığı, Edirne İl Sağlık Müdürlüğü yapmıştır. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı’nın ve Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin de kurucusudur.

Dr.Ratıp Kazancıgil’le 2009 ve 2015 yıllarında iki ayrı söyleşi yaptım. 2009 yılında Prof.Dr.H.Murat Tuğrul ile birlikte yaptığımız söyleşiyi genel bir söyleşi idi. Eğitimden-sağlığa, Malatya’dan-Edirne’ye kadar değişik konuları konuştuğumuz bu söyleşiyi, 2010 yılında "Edirne’ye ve Halk Sağlığına Adanmış Bir Ömür" Dr. Ratip Kazancıgil adıyla yayınladık (1).

Resim 2 - Dr. Ratip Kazancıgil ve Nilüfer Gökçe
Resim 2 - Dr. Ratip Kazancıgil ve Nilüfer Gökçe

16-20 Mart 2015 tarihlerinde yapmış olduğum söyleşinin konusu Malatya idi. Özellikle Malatya’nın Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlık ve sosyal yaşamı üzerinde konuştuk. Kazancıgil; "Kurtuluş Savaşından sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarında Malatya’nın sağlık durumu, bütün yurtta olduğu gibi, tüm sorunlarla karşı karşıya idi" diyerek söze başladı. Türkiye’nin o dönemde sağlık durumunu gösteren çok kısa bir çerçeve çizdikten sonra, (1920-1940) yılları arasında Malatya’nın sağlık durumu ve özellikle de halkın hastalıklar karşısında hangi yollara başvurduğu, neler yaptığı hakkında bize şu bilgileri verdi:

  • 1920’li yıllarda Türkiye’nin Genel Sağlık Durumu…

Memleketin genel sağlık durumuna bakacak olursak:

Kurtuluş Savaşından çıktıktan sonra Anadolu sağlık yönünden perişan durumdaydı. Orta Anadolu’da frengi, Batı Anadolu’da, Güney Anadolu’da, Doğu Anadolu’da sıtma, trahom, Orta Anadolu’da dâhil, verem hastalıklarının istilası altında kalmıştı. Elde, bunlara karşı önlem alacak çok sayıda sağlık personeli, hekim, sağlık memuru, ebe, hemşire gibi önemli elemanlar da yoktu. Bazı hastaneler vardı. İllerde Memleket Hastaneleri denilen tam teşekküllü hastanelerinde sayısı pek azdı. Bu durumda, bu yeni istilalara karşı savaşmak gerektiği kanaati hâsıl oldu.

Yeni T.B.M.M. hükümeti ve arkasından gelen 1923’ten sonraki Cumhuriyet hükümetleri birçok önlemler aldılar. Bu hastalıklarla savaş için yeni kanunlar çıkartıldı. Bu çıkan kanunların hepsinin adında savaş vardı. Sıtma Savaş Kanunu, Frengi Savaş Kanunu, Verem Savaş Kanunu ... gibi.

1930’a kadar bu kanunlar çıkartılmış ve memleketin her tarafında bir sağlık savaşı açılmıştır. Memlekette bu hastalıkları önlemek amacıyla, vatandaşlar arasında geniş ölçüde taramalar yapılmış ve açılan özel hastanelerde hastalar tedavi altına alınmışlar idi.

Resim 3: 1930’lu yıllarda Malatya’dan genel görünümü (3)
Resim 3: 1930’lu yıllarda Malatya’dan genel görünümü (3)

  • Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Malatya’nın Sağlık Durumu nasıldı?

Malatya’da sağlık konusu pek iç açıcı değildi. Trahom, gözlere musallat olan bu hastalık, bazen gözleri kaybettiriyordu. Körlükle sonuçlanıyordu. Fakat bu, normal görülüyordu. Yollarda yaşlı insanlara rastlardık gözleri kapalı, önlerinde bir refakatçi veya çocuk vardı. O çocuklar onları gezdirebiliyorlardı. Bu normaldi. Herkes bunu normal karşılardı. Gözü tutmuş derlerdi. Gözler iltihaplanır, kızarır…

Mahallelerde göz otu satan yaşlı kadınlar vardı. Onlardan göz otu alınır, gözlere dökülürdü. Sonu, gözü sakat bırakır veya kör olarak düzelirdi.

  • Malatya’da Trahomla Savaş…

Bu arada Malatya’da da Trahomla Savaş Hastanesi açılmıştı. Özellikle gençler arasında geniş taramalar yapılarak, tedaviye çalışılmıştır. Özellikle de 1926 yılında bu işe hız verildi. Ben, daha beş yaşında iken anaokuluna başladım. O zaman ki adı "Ana Mektebi" idi. Malatya’da bir tane anaokulu vardı.

"Bu mektep, Saray Camii Okulu’nun yanında bir oda idi. Beş yaşında yirmi-otuz öğrencisi vardı. Formalıydık. Kırmızı önlük, beyaz yakalı formalarımız vardı. Tek odalı okulda alfabe ve sayıları öğreniyorduk."

Adı "Ana Mektebi" olan bu okul döneminden sonra, yani bir yıl sonra biz bir sınavdan geçirildik. Altı yaşında o zaman adına Çarşı Mektebi denilen okulun birinci sınıfına başladık. Bir gün sınıfımıza beyaz gömlekli dört beş kişi geldi. Gelenler, öğrencileri sıraya koyuyorlardı. Bu gelenler, bir şeyler yazdılar. Bizim gözlerimize baktılar. Tek tek göz kapaklarımızı kaldırıp, bakıyorlardı. Birimizi bir tarafa, birimizi diğer tarafa ayırıyorlardı. Bizler de öyle bakıyorduk. Sonradan öğrendik ki bu gelenler doktorlarmış. Malatya’da trahom salgını varmış. Onlarda trahom taraması yapıyorlarmış. Doktorlar trahomluları bir yere, sağlıklı olanları bir yere ayırmışlar. Ben şans eseri sağlıklılar arasında buldum kendimi. Bizim okul, yani "Çarşı Mektebi" trahomlular okulu oldu.

Bizi, yani sağlıklı olanları, o zaman kız ilkokulu olan, Yeni Yol’daki "İnas İlkmektebi"ne gönderdiler. Okul ilk olarak kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim gördüğü karma okul idi. Adı "Yeni Yol İlkokulu" oldu. Fakat halk arasındaki adı, "Kızlar Mektebi" idi. Okulda kadın ve erkek hocalarımız vardı. Kız çocukları ile birlikte aynı sıralarda bir kız, bir erkek oturttular.

Resim 4: Trahomlular okulu olan Çarşı Mektebi "Küçük tabela olan yer" (3)
Resim 4: Trahomlular okulu olan Çarşı Mektebi "Küçük tabela olan yer" (3)

O yılın yaz tatilinde harf devrimi yapılmıştı. Eski yazı kaldırılmıştı. Yani biz, iki yıl kadar eski yazıyı okuyabildik. O yılın sonunda halkevlerinde yeni yazı kursları açıldı. Veteriner Hekim Hayri Bey adında bir hoca, bu açılan kurslarda bizlere yeni alfabeyi öğretti. Biz bu şekilde, üçüncü sınıfa geçtiğimiz zaman yeni yazı ile öğrenim yaptık.

  • Sıtma:

Diğer salgın hastalıklarda böyle idi. Bu salgın hastalıkların içerisinde Malatya’da yaygın olan sıtma da vardı. Sıtmaya yakalanmayan kimse yoktu. Sıtma, özellikle çocuklarda sık görülürdü. Sıtma tedavisinde yaygın olarak türbelere, yaşlı ağaçlara bez bağlamak suretiyle hastalığı tedavi etmeye çalışırlardı.

Malatya’da bir de Sıtma Pınarı vardır. Buranın bulunduğu mahalleye Sıtma Pınarı Mahallesi denir. Buradaki çeşmenin adı Niyazi Çeşmesi’dir. Sıtmaya yakalananlar, Cuma günü sala vakti bu çeşmeye götürülürlerdi.

Niyazi Çeşmesi: Niyazi, ünlü tasavvuf şairlerinden Niyazi-i Mısri "Mısırlı Niyazi" adıyla anılan ermiş bir kişi idi. Tasavvuf yolunda eğitim için Mısır’a gidip gelmiş olduğundan Misri adını almıştır. Çeşme bunun ad ile anılırdı.

Malatya’da, okuyup, üfleyerek sıtma tedavi edenler de vardı. Bunlar, bildikleri duayı okurlar, sıtmaya yakalanan kişinin koluna bir bilezik gibi bir iplik bağlarlardı. Buna "sıtmayı bağlamak" derlerdi. Hemen hemen her kolda bir iplik vardı.

1930’lu yıllara doğru kinin devreye girdi. Devlet kinini derlerdi. Bunu ulaşabildiklerine bedava dağıtılırdı. Ulaşamayanlar da, teneke kutularda eczanelerden para ile satın alırdı. Bununla tedavi başlandı.

  • Bit Salgınları:

Bu hastalıkların dışında Malatya’da bit salgıları vardı. Bitlenmek gayet normal olarak kabul edilirdi. Doğaldı. Yolda yürürken kaşınan insanları görürdünüz. Kimse de bir şey demezdi. Her evde, ocak başlarında el şeklinde uzun saplı kaşıyıcılar dururdu. Gelen misafirler bunları alır, sırayla sırtlarını kaşırlardı. Bu normaldi. Aktarlarda bit otu satılırdı. Onu alır başlarına sürer bağlarlar bir iki gün sonra yıkarlardı.

Bununla da savaşıldı. Bunun önlemek için de temizliğe hijyene çok önem verildi. Özellikle de okullarda her sabah bit ve tırnak kontrolü yapılıyordu. Sabahları okula gittiğimizde öğretmenler bizi sıraya koyar, tek tek yakalarımızı açıp bit kontrolü yaparlardı. Bit bulunanları temizlik için evlerine gönderirlerdi.

  • Malatya’nın Tıbbi Folkloru…

Halkın tedavi için başka hangi yollara başvuruyordu? Sorusuna Kazancıgil,bu yıllarda halkın şifa için türbelere başvurduğunu, belli hastalıklar için "Ocak" adı verilen türbeli evlerin var olduğunu söyleyerek, şu örnekleri verdi:

1940 - Eski Malatya, Ulu Camii
1940 - Eski Malatya, Ulu Camii

Sarılık için; Eski Malatya3 Yolu üzerinde sol kolda "Sarılık" diye bir türbe gibi basit bir yapı vardı. Adı, sarılıktı. Halen de öyle. Sarılık hastalığına yakalananlar oraya götürülürdü. Haşlanmış yumurta sarısını oradaki yatırın toprağına bulayarak bunu hastaya yedirirlerdi.

  • Ocaklar:

Eski Malatya’da da bazı ruh hastalıklar için bazı ocaklar vardı. Bunlardan biri Ulu Cami arkasında " Vaaz Ocağı" Orada bir vaiz bulunuyordu. Onun ihtisası yani branşı korkular üzerine idi. Özellikle çocuklar, diğer etkili kişilerin korkusu altında kalmalarında oraya götürülürdü. Görüntüsü etkili idi. Yüzü gülmez. Kılıcı vardı. Bir şeyler okuyarak kılıcı ile sağ ve sol omuzlara vurur. Sonra bir tas içinde okuduğu suyu içirirdi. İyi bir netice alınırdı. Onun için korkanları "Vaaz Ocağı" na götürürlerdi.

  • Türbeler:

Yine Eski Malatya’da Ulu Cami yanında kapalı türbeler de vardı. Üçkardeş, beşkardeş gibi. İçerlerinde lahitler (mezarlar) vardı. 3-5 gibi. Bir tanesi çok önemli idi. Mahalle adı " Hötüm Dede" idi. Oraya yürüme zorluğu çeken çocuklar, felçli veya saralı, yaşlı, hastalıklılar, uyumayanlar götürülürdü. Şifa buldu mu adak yaparlardı. Ben bunu yakından gördüm. Bir defa annemin rahatsızlığı nedeniyle hava değişimi vermişlerdi. Ben beş yaşında idim. Bir süre Eski Malatya’da kaldık. Bu süre içerisinde eski Malatya’da Sütlü Minare İlkokulu’nda okudum.

Bu tedavi merkezlerinden en ünlüsü, Eski Malatya’ya sekiz-on kilometre mesafede bulunan Korucuk Köyü’ndeki yatırdır. Korucuk Baba olarak bilinir. Buraya da akıl hastaları götürülürdü. Çok ünlü bir tedavi merkeziydi, akıl hastaları için. Burası ziyaret edilirdi. Korucuk Köyü vatandaşları bu durumdan gayet memnundu. Ziyaret edenler, kurbanları ile birlikte giderlerdi. Kesilen kurbanlar köylüye verilirdi. İyileşmiş olanlar, her yıl bu ziyareti tekrarlardı. Tabi ki hastalığın derecesine göre. Faydasını görmemiş hastalar için veya hiç Korucuk Babaya gidemeyecek ileri derecedeki akıl hastaları için de halk dilinde bir söylem oluşmuştu.

" Gidip te ne olacak. Anadan doğma akılsız olanlara Korucuk Baba ne yapsın" derlerdi.

İşte aşağı yukarı Malatya’daki hastalıklar 1930’lu yıllara kadar bu ocaklara giderek tedavi edilmeye çalışılırdı. Halen de bu ocaklara devam edenler vardır.

Bir de Eski Malatya’da Alacakapı Mezarlığı vardır. Bu mezarlıkta da ünlü yatırlar bulunduğu söylenir. Yine, Cuma günleri sala vakti oraya gidilip, ziyaret edilirdi.

  • Malatya’da Eski Bir Sağlık Merkezi…

Yine eski Malatya’da bir sağlık merkezi, bir hastane var imiş. Bunun sadece yerini ve fonksiyonlarını öğrendim Bu da Alacakapı Mahallesi’nde iki katlı, geniş bir ev. Önün de de bir çeşme vardı. Ben gördüm. Bu evin Nizip Savaşı’nda hastane olarak kullanıldığı söyleniyordu. Yaşıma göre, burayı araştıracak güce sahip değildim. Bu ev bizim tarla ortaklarının evinin karşısında idi. O tarihte ayakta idi. Şimdi ne durumda bilmiyorum.

  • Fermanlı Ebe:

Doğumları, yaşlı tecrübeli mahalle ebeleri yaptırırdı. Nasıl olmuş bilmiyorum, Malatya’ya bir ebe atanmış. 1920 yılında doğduğuma göre benim doğumumu da o ebe yaptırmıştı. Ben gördüğümde yaşlı, başı hotozlu idi. Takma adı "Fermanlı Ebe". Demek ki, o sıralarda atanmış, resmi ebe. Doğumunu kim yaptırdı diye sorulduğunda "Fermanlı" diye cevap verilirdi.

  • Malatya’da bir de Memleket Hastanesi vardı.

Malatya Memleket Hastanesi, Kışla Caddesi’nin devamında, iki katlı ahşap bir bina idi. O sıralarda aklımda kaldığı kadarıyla buraya "Alman Hastanesi" de deniyordu. Tahmin ediyorum ki bu hastane de Birinci Dünya Savaşı’nda güney cephesinde yaralanan askerler için kurulmuş olmalı, çünkü Alman müttefiki idik.

Bu hastaneye ben uğradım. Tıbbiyede iken bu hastane vardı. 1936-1938 yıllarında bu hastane hizmet veriyordu.

Resim 6: Malatya Memleket Hastanesi (3)
Resim 6: Malatya Memleket Hastanesi (3)

Resim 7: Malatya Memleket Hastanesi’nden bir görünüş (3)
Resim 7: Malatya Memleket Hastanesi’nden bir görünüş (3)

  • Doğumevi:

Yine o sırada Malatya’da doğumevi açılmıştı. Doğumevi, hastaneden ayrı bir binada açıldı. Doğum ve kadın hastalıkları konusunda o dönemin hekimi Dr. Şükrü Bey idi. Tek doktorlu bir doğum eviydi. O dönem iyi hizmet vermişti. Dr. Şükrü Bey’de iyi bir kadın doğum uzmanı idi.

  • Diğer Sağlık Kurumları:

Malatya’da, "Merkez Eczanesi" ve "Cumhuriyet Eczanesi" adlarında iki eczane bulunuyordu. Cumhuriyet Eczanesi’nin sahibi Ecz. Lütfü Bey’di. Genç bir eczacı idi.

Malatya il sağlık teşkilatı içinde, Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürü ( o zaman bu görevde Malatyalı Haşim Beyzade Dr. Hikmet Bey bulunuyordu) ve Hükümet Doktoru ve Trahomla Savaş Bölge Başkanlığı bulunuyordu.

Memleket Hastanesi (50 yataklı)ve Trahom Hastanesi (on yataklı) dışında ayrıca, Şeker Fabrikasında bir fabrika doktoru ve bir de revir bulunuyordu. Bu revirde bende, 1943 yılında fakülteden mezun olduktan sonra, dört ay ikinci doktor olarak çalıştım. Sonra, askere gittim. İlk doktorluğuma Malatya Şeker Fabrikası’nın revirinde başladım.

  • O dönemde Malatya’da Hekim-Hasta ilişkileri nasıldı?

Hekim-hasta ilişkileri yalnız Malatya’da değil tüm ülkede benzer durumdaydı. Ülkede hekim sayısı çok azdı. Bizim çocukluk dönemimizde hekime gösterilen saygı büyüktü. Evde biri hastalansa hemen eve hekim gelirdi. Hekim gelmeden önce ev derlenip, toplanır. Hastanın yatağı ve çamaşırları değiştirilirdi dönemde Malatya Hükümet Tabibi olan Dr. Hikmet Bey, faytonla eve gelir. Evin hemen kapısı açılarak üst odaya alınırdı. Doktor muayenesini yapar, arkasından leğen, ibrik, temiz havlu getirilerek eli sabunlanır, doktor ellerini yıkar, reçetesini yazar, ilacını tarif ederdi. Ayrılırken de zarfın içine konulan para yanına konur idi. Fayton çağrılır, hekim faytona binip evden ayrılırdı.

Dr. Hikmet Bey, Malatyalı bir ailenin çocuğu idi. Tanıyorum. Ben küçükken annem hastalanmış. Ailem hekime meraklı. O zaman ailede yaşlılar henüz sağ. Malatya’da bulunan doktorları getiriyorlar. Onlar ayrı ayrı tedavi ediyor. Fakat bir fayda etmiyor. Dr. Hikmet Bey, Malatya’ya yeni atanmış genç bir hekim. Genç olması nedeniyle kimse ona güvenmemiş. Tecrübeleri, bilgisi genç hekimden daha fazladır diye hep yaşlı hekimler getirilmiş fakat sonuç alınamamış. Son çare olarak Dr. Hikmet Bey, eve getirilmiş. Annemi muayyene etmiş, ona üç aylık hava değişimi vermiş ve annem iyileşmiş.

Hasta –hekim ilişkisi günümüzle kıyaslanırsa çok az benzer yönü kalmıştır. Hekimin hasta üzerindeki etkisi günümüzde yitirilmiş durumdadır.

  • Kurtuluş Savaşından sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarında Malatya’nın Sosyal Yaşam nasıldı?

Malatya’da yaşam, aşağı yukarı bütün Anadolu illerinin benzeri idi. Yani ailelerde pederşahi bir yaşam vardı. Hanımların üzerinde büyük baskılar bulunuyordu. Bunların değişimi 1923 yılından 1933 yılına kadar süren hukuki devrimler diyebileceğim devrimlerle oldu.

Kıyafet devrimi, tevdi-i tedrisat kanunu denilen erkek-kız öğrencilerin karışık okullarda okutulması ve Türk Medeni Kanun ile aile yaşantısında değişiklikler olması. Bunlar kabul edildiği gibi, itiraz da getirmiştir. Bazı direnmeler, dayatmalar da olmuştur. Benim söyleyeceklerim kitapların yazdıkları değildir. O dönem de aklımda kalan bazı yaşam biçimini hatırımda kaldığı kadarıyla anlatacağım:

  • Bunlardan bir tanesi hanımların yüzlerindeki peçelerin açılması…

1929’da dokuz yaşında idim. Hatırladığım kadarıyla bu pek kolay olmamıştı. Bazı karşı koymalar olmuştu. Bunlara karşı çok ağır olamamak kaydı ile dayatmalarında olduğunu hatırlıyorum.

Söz gelişi, önce memur hanımların, resmi dairelerde ve okullarda çalışan işçi hanımların yüzlerinin açılması dayatmalı olmuştur. Şöyle ki:

-Benim babam da devlet memuruydu. Bayındırlık Bakanlığında Başkâtip idi. Valiler bu emri uygulamakla yükümlü idiler. İlk defa Valiler tarafından verilen Cumhuriyet Balosu’nda bu işin uygulaması olmuştu. İlk defa memurlar Cumhuriyet Balosu’na davet ediliyordu. Babam da davet edilmişti. İlk defa hanımları ile birlikte davet ediliyorlardı. Gitmek zorundaydılar. Hanımlar baloya peçelerini çıkartıp, yüzleri açık olarak gideceklerdi. Babam da annemle birlikte gidecekti baloya. Anneme bir palto tipinde manto bulundu. Kapıya bir fayton geldi. Hepimiz bir üzüntü içinde annemle babamı baloya gönderdiğimizi hatırlıyorum.

  • Diğer vatandaşların yüzünün açılması nasıl oldu?

Bu konuda size bir örnek vereyim:

O zaman Ankara bütün yeniliklerin merkezi idi. Herkesin dilinde Ankara vardı. Bizim komşularımızdan Melek Bacı diye bir hanım vardı. Melek Bacı’nın oğlu polis oldu. Ankara’ya atandı. Günün birinde Melek Bacı Ankara’ya oğlunu ziyarete gitti. Beş altı ay Ankara’da kaldı. Sonra Malatya’ya döndü. Döndüğün de Melek Bacının yüzü açıktı. Sokakta oynayan çocuklar Melek Bacıyı görünce:

"Ne o! Melek Bacı, Bevvap mı oldun?" diye Melek Bacıya takıldılar.

Okul hademelerine o dönem de bevvap denirdi. Önce resmi olarak onların da yüzleri açıldı. Melek Bacı yüzünü açınca çocuklar onu okul hademelerine benzettiler. O da kendisine takılan çocuklara;

"Niye bevvap olayım çağım. Ankara’ya gittim ya" cevabını verdi. Bu cevap, Ankara’nın yenilenmenin etkisinin iller üzerindeki hazmetti olan bir hanımın vereceği bir cevaptı.

  • Hanımlar dış hayatta yok muydular?

Onlar birbirlerine misafirliğe giderlerdi. Onların devam ettikleri tekkeler vardı. Hanım şeyhlerin tekkeler açtığı, orada dini törenler yapıldığını iyi bilirim. Anneannemle birlikte bende giderdim.

  • Çarşı Pazar işi nasıl olurdu?

Evin gıda ihtiyacı erkekler tarafından sağlanır. Hanımlar için giyim kuşam yine erkekler tarafından alınır. Hanımlar mağazalara gitmezler.

  • Peki, ihtiyaçları nasıl karşılanırdı?

Kumaşlar, on-on beş santimlik parçalar halinde bir küçük çıtaya veya sopaya tutturulmuştu. Bunun adı "Mostra" idi. Evin erkeği mostrayı eve getirir. Kadınlar bu parçacıkların içinden kendilerine uygun olanını beğenir, tekrar evin erkeği mostrayı alır dükkâna gider. Beğenilen kumaşları alıp, eve getirir idi.

Bazı meraklı hanımlar vardı. Çarşıyı merak ederler. Çünkü çarşıda hiç hanım görülmez. Çarşaflı veya ihram denilen bir örtüye sarılır giderler. Hiç çarşıya uğramazlar, yan sokaklardan arka sokaklardan giderler. Çaresi bulunmuştu.

Cuma günleri müezzin cumaya çıktığı zaman bütün dükkânlar kapanır. İster cumaya gitsin, isterse gitmesin. Dükkânların hepsi o saatte kapalıdır. Çarşıda herkes cumaya gider. Bunu fırsat bilen hanımlar hemen çarşıya giderler. Çarşıda dolanırlar. Bir de bayram namazında bu iş yapılır. Merak eden hanımlar, çarşıyı-pazarı böyle gezerlerdi.

Yine devrim kanunlarından çok önemli olumlu evlenme işlerinin örgütlenmesidir. Nikâhsız yaşama vardı. Bunlar değişti. Hanımlarda sosyal yaşama katıldılar. Mağazalarda, vilayette çalışmaya başladılar. Okullarda da erkek ve kız öğrenciler karma olarak eğitim yapılmaya başlandı. Böylece gelişmeler devam etti. Hanımlara seçme seçilme hakkı verildi. Diğer yaşam konuları da bu gelişmelere uyarak büyük değişikliklere uğradı.

  • Malatya’da Sosyal Yardım Nasıl Yapılırdı? Yardımlaşma Nasıl Olurdu?

Sağlık hizmetleri daima sosyal yardımla beraber yürütülmüştür. Bir zamanlar bakanlığın adı da "Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı" idi. Daha sonra sosyal yardımda daha ileri gidilebilmesi için, ayrıca bakanlık ve illerde müdürlük haline getirildi.

Dünya Sağlık Teşkilatı da sağlıklı kişiyi tarif ederken "ruh ve beden sağlığı ve sosyal düzeyi iyi olan kişi" olarak tarif etmektedir. Yani sosyal yardım, sağlıkla eş değerlidir. Eğer sosyal yardım olmazsa sadece sağlığa hizmet amacına ulaşmamış olur.

Daha önceki görüşmemizde Malatya’nın folklorik sağlık durumu hakkında bilgiler sunmuştuk. Sosyal yardıma gelince, o dönemde sosyal yardım, bunlar birkaç kanaldan sağlanırdı. Hali vakti yerinde olmayan aileler için bir yandan dini inançlara dayanan zekât ve fitre kurumu ile yardımlarda olunurdu. Bir yandan halkın kendi arasında örgütlenme şeklinde Malatya’da görülürdü.

  • Bu nasıl olurdu?

O dönemde mahalle teşkilatı birbirine çok bağlı şekilde çalışırdı. Bu dönemde Mahallenin hali vakti yerinde olan zengin kişileri "oda" işletirlerdi. Bunlar paralı ticaret odası değildir. Mahallenin erkekleri zengin fakir ayrımı gözetilmeden, kış günleri, akşamları toplandığı odalar vardı. Bir mahallede bazen bir, bazen de birden fazla odalar vardı. İşte, mahallede hali vakti yerinde olan kişiler bu odaları kurarlardı.

Benim yakından tanıdığım, babamın da dayısı olan Burhan Efendi,bizim mahallede odası olan bir kişi idi.

Yoldan eve girerken açılan kapının girişinde geniş bir avlu vardı. O Avluda iki katlı bir yapı mevcuttu. Alt katta yazlık-kışlık iki oda ve gelenlerin hayvanlarını bağlaması ve yemlemesi için ahır vardı. Üst katta, bir sofa etrafında yazlık ve kışlık iki oda vardı. Basamaklı kısımda geniş bir ocak bulunuyordu. Oda da iki ocak vardı. Kahve Ocağı ve Kebap Ocağı. Kebap Ocağının uzun uzun maşaları vardı. Bunları çok iyi hatırlıyorum. Akşamları mahalleden arzu eden erkekler bu odaya gelir, burada toplanırlardı. Odalarda gelenlere kahve ikram edilirdi. Kahvelerden ücret alınmazdı. Burada sohbet edilir. Geç vakitlere kadar oturulurdu. Günümüzde ki gibi kahvehanelerin, kafe ve salonların olmadığı zamanlarda bu odalarda toplanılırdı.

İşte bu sosyal yardım konusu da bu odaya devam eden mahalleli tarafından düzenlenirdi.

  • Nasıl Olurdu?

Sonbahara doğru, kış hazırlıkları başlardı. Zaten sonbahar kışa hazırlık dönemidir. Zengin olsun, fakir olsun 4-5 ay süren kış dönemi için evlerine yiyeceklerini depo ederlerdi. Yağından, kavurmasından, etinden turşusuna kadar bunlar hazırlanır, kışlık olarak kilere depolanırdı. İşte, bu imkâna sahip olmayan evler için sosyal yardım bu odalarda düzenlenirdi.

  • Bu yardımlar nasıl toplanırdı?

Bu yardıma muhtaç olan evlerin sayısı bellidir. Mahalleli bunları bilir. Sonbaharda bu evlerin bir kış boyunca ihtiyacı olan tüm yiyecekler hali vakti yerinde olanlar tarafından bu odalarda toplanır. Saklanır. Zamanı geldiğinde bu yiyecekler, muhtaç olanların nüfusuna göre her aile için ayrılır. Dağıtımı da o ailenin onurunu kırmayacak, kimsenin görmeyeceği şekilde yapılır.

  • Bu yardımlar ihtiyaç sahiplerine nasıl verilirdi?

O dönemlerde katırlar vardır. Yük taşımaları katırlarla yapılırdı. Hazırlanan koliler katırlara yüklenir. Her ailenin adı adresi bellidir. Bunlar, gece yarısından sonra, herkesin evinde yattığı bir saatte, sokaklardan el-ayak çekildikten sonra, nakliyeciler kolileri ayrılan evlere götürürler. Ama eve girmezler. Önce yükü indirirler. Sonra evin kapısını çalarlar. İçeriden ev sahibinin geldiğini hissedince nakliyeciler buradan ayrılırlar. Yardımın kimin getirdiği, kimin yaptığı belli olmaz. Aile bunu bilmez. Kapıyı açar, evin önündeki erzak kolilerini içeri alır. O aile kışı bunlarla geçirir.

Hem sosyal yardıma ihtiyacı olan duyulmaz, hem de bu şekilde bir organizasyon yapılması bizim toplumumuzun yoksula yardım duygusunun güzel bir örneğidir.

İşte Malatya’da sosyal yardım bu şekilde sağlanırdı. Sonra bunlar, kurumlar haline geldi. Kızılay gibi kurumlar oldu. Günümüzde de sosyal yardımlar yapılmaya devam edilmektedir (2).

Sonuç olarak : Dr.Ratip Kazancıgil, Malatya’da halkın tedavi olmak için sağlık kuruluşlarının yanı sıra, ocaklara, türbelere gidilip, oralardan medet ummasının, eldeki imkanların yetersizliği, sağlık personeli sayılarının az olması dolayısıyla, halkın çaresizliğine yorumlamaktadır.

Dr.Ratip Kazancıgil’in anıları, gerek Malatya’nın sağlık coğrafyası ve foklorik tıbbı açısından gerekse, Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu’daki sağlık ve sosyal yaşamı hakkında da bilgi vermesi dolayısı ile önem taşımakta ve kurtuluş savaşından sonra, ülkeyi yangın yerine çeviren salgın hastalıklar karşısında verilen mücadele içerisinde hekimlerle birlikte eğitimcilerin de yer aldıklarını göstermektedir.

Ayrıca, halkın yapılan yenilikleri, kolay kabullenmediğini, itirazların geldiğini öğrenmekteyiz. Melek Bacı örneğinde olduğu gibi, Ankara’ya gidenlerin değişimi daha kolay kabul edip, uyguladıklarını bu da bize Ankara’nın diğer iller üzerindeki etkisini göstermektedir.

Odaların, halkın birbirleriyle yakınlaşmalarını sağladığı gibi, aynı zamanda buraların bir sosyal yardım kurumu vazifesi gördüğünü, odaların aracılığı ile yapılan sosyal yardımların, yardıma muhtaç olan kişilerin onurunu kırmadan, onları incitmeden nasıl yapıldığını göstermesi bakımından da Kazancıgil’in anıları ayrı bir değer taşımaktadır.

Kaynaklar

  1. Tuğrul M. Gökçe N, "Edirne’ye ve Halk Sağlığına Adanmış bir Ömür" Dr.Ratip Kazancıgil, İstanbul-2010
  2. 1-15 -20 Mart 2015’te Dr.Ratip Kazancıgil ile yapılan söyleyişi.
  3. Zaman Siyah Beyaz Akarken, Hz. Hasan Demirbağ, Malatya Valiliği Malatya Kitaplığı Yayınları, 4, İstanbul- 2013

Notlar

  1. 10-13 Haziran 2015’te Malatya’da yapılan, IX. Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Günleri’nde sözlü bildiri olarak sunulmuştur.
  2. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı /Edirne
  3. Eski Malatya’nın adı bugün Battal Gazi olarak değiştirilmiştir.