Gazeteci Gözünden Balkan Savaşında Edirne
Nilüfer Gökçe1
Burada anlatılanlar, İkdam gazetesi Edirne savaş muhabiri Kenan ile Sabah gazetesi Edirne savaş muhabiri Nazmi tarafından hazırlanan “Edirne’de Altı Ay - Edirne Tarihi Masuriyeti” başlıklı eserin ilk fasikülünden alınmıştır.
Elimizde sadece ilk fasikülü bulunan bu kitabın tamamının yayınlanıp, yayınlanmadığını bilmiyoruz.
Balkan Savaşı’nda yaşanan acıların anlatıldığı bu fasikülde yazılanları, Balkan Savaşının 100. Yıl Dönümü nedeniyle sizlerle paylaşmayı uygun bulduk.
18 sayfadan oluşan bu fasikül, İstanbul, Şirket-i Hayriye Matbaası’nda basılarak, R.31 Mayıs 1329 /M. 13 Haziran 1913 Perşembe günü çıkartılmıştır. Haftada iki defa, pazartesi, Perşembe günleri çıkartılmaktadır.
Yazarlar, birinci sayfada, “Muhterem Okuyucu” başlığı altında şunları yazmaktadırlar:
“Bizim için felaketle sonuçlanan Balkan Savaşı’nda, önemli bir yer işgal eden “Edirne” pek çok olaylara, kanlı vakalara sahne oldu. Altı aylık kuşatılmışlığı, bütün teferruatıyla, belgeleriyle, birçok fedakârlıklar yapılarak, kuşatmada aldığımız, yüze yakın fotoğraf ile çizdiğimiz resimlerle hazırladığımız bu tarihçe ile, zannederiz ki size pek çok hakikati gösterecek.
Şurasını temin ederiz ki, bu yazımız hiçbir çıkar ve amaç gözetmeksizin, tarafsız bir gözle hazırlanmıştır. Asıl amacımız, beş, on kuruş kazanmak değil, bugünkü felaketimizin derecesini, nedenleriyle vatandaşlarımızın görüşlerine arz etmektir. Bu suretle gelecekte, varlığımızın korunmasını artırmaktır.
Her türlü, söylentiden, abartmadan temizlenmiş olmak kaydıyla forma, forma yayınlamaya başladığımız bu kitapta göreceğiniz resimler, hayal ürünü olmayıp, gözlerimizin önünde geçen olaylardan oluşmaktadır.”
Bu kısa girişten sonra “Edirne Nedir ?” başlığı altında Edirne’nin tarihi anlatıldıktan sonra, Balkan Savaşı’nda yaşananlara geçilerek şunlar yazılmıştır:
Genel seferberlik ilanının ardından Edirne’de bir hareketlilik başladı. Askeri birim ve sivil görevliler, üzerlerine düşen görevleri acele olarak, yerine getirmeye başladılar.
Kurumların, değişik komisyonların her biri, görevlerini yapma yönünde azimli olarak hareket ettiler. Taşıt aracı tedariki, merkez ve büyük yerlerden insan ve askere gidenlerin toplanması gibi işler çok süratle yapıldı.
Fakat ne çare ki, bunlardan faydalanılmadı. Edirne’de Karaağaç İstasyonu’nda o günlerde görülen hayat, Kale’nin bir askeri merkez olduğunu tümüyle gösteriyordu.
Bugün, savaş şansının korkunç kaderine uyma zorunda kalan askerlerimiz, uygun adımlarıyla, düzgün kıyafetleriyle şehre girerken, kalplerimizi bir sevinç kaplıyordu.
İlk günler, hep böyle hazırlıklar ile geçiyor, geleceğin hazırladığı korkunç felaketler hatıra gelmiyordu.
Bulgar komitecilerinin pek bol bulunduğu bölgede sivil yönetim, görevini çok güzel yaptı. Sivil zabıta fazla mesai sonunda şehrin içinde varlığını saptadığı, yüz bir Bulgar komitecisini tutuklayıp, sıkıyönetim mahkemesine gönderdi.
Mahkeme çok derin soruşturma yaptı. Sonunda bunların şehir içinde bulunmaları uygun görülmeyerek tiren ile İstanbul’a gönderildi.
Bu sırada muinsiz (yardımcısız) ve yedek askerler ve muinli (yardımcılı) redif ve müstahfızlar tamamen silâhaltına alınmış bulunuyordu.
Bunlardan, aileleri yalnız ve yardıma muhtaç olanların geçimlerini sağlamak için, tanınmışlardan ve sözü geçenlerden oluşan komisyon, Vali Halil Bey’in başkanlığı altında toplanarak bu konuda gereken önlemleri alıyordu.
Bu sırada düşman, hududa saldırmaya başladı. Hudut, üzerinde bulunan Mustafa Paşa İlçesi memurları ve halkı ilçeyi terk ederek, bin zorluk ile Edirne’ye sığındılar.
Asker de, büyük beş gözlü taş köprüyü dinamit ile tahrip ederek, Edirne’ye döndü. Bundan korkan etraftaki İslam Köylüleri, ev ve barklarını, erzaklarını ve zahirelerini düşman eline bırakarak, arabalar ile Edirne’ye doğru, uzun bir kafile oluşturdular.
Bu sırada bir elindeki bir beyaz mendili sallayarak İslam köylerinden “Kaçınız Bulgarlar geliyor” diye bağırarak atını dörtnala süren atlı Bulgar komitecisi, İslam kıyafetine girerek, bütün köylüleri göçe yönlendiriyordu.
Bu olayların çıktığı günlerden on beş – yirmi gün önce, tamamen boşaltılması gereken bu köylerin göç için süvariler aracılığı ile yönlendirmeye gerek yok idi.
Çünkü, yerli Bulgarlar zalimliğe başlamışlar ve zavallı İslamları, köylerinden bir an önce kaçırmak için, hatıra ve hayale gelmeyen zulmü göstermekten geri kalmamışlardır.
Köylerden başlayıp, Edirne Kalesi’nde sonlanan yollarda görülen kanlı manzaralar, insanın tüylerini ürpertecek dereceye geliyordu.
Örnek olarak; kucağında çocuğu ile öldürülerek, yol kenarına bırakılmış cesetler, hatıra ve hayale gelmeyecek hakarete hedef olan Kur’an-ı Kerimler görülüyordu.
Yaşlılık veya körlük nedeniyle evlerinden çıkamayan köylüler, evlerinin yakılması sonunda yanarak şehit oldular.
Bu olaylar o kadar çeşitlidir ki, bunları ayrı ayrı anlatmak için bir kitap yazmak gerekir.
Yerli Bulgarların yaptıklarını anlatmak için bir olayı yazıyoruz:
Edirne ile Mustafa Paşa arasında, hali ve vakti yerinde bir çiftçi düşününüz. Bu zavallı senelerden beri yanında, ırk ve mezhep ayırmaksızın birçok yerli Bulgar çalıştırmış. Kendilerini ve ailelerini beslemiş. Seferberlik ilanından sonra, yedi kişiden oluşan bu hain hizmetkârlar, çiftliği terk ederek giderler. Ta ki göç başladı. Bu adamcağızda ertesi gün o kafile ile Edirne’ye sığınmak için hazırlanmış idi. Gece yarısı oturduğu evin kapısı çalınır. Gelenlerin eski hizmetkârları olduğunu anlayan zavallı adamcağız, bu hainleri kalbinde hiçbir kuşku duymadan içeri alır.
Kötü amaçlarını gizleyen bu hainler, bir süre oturduktan sonra, un helvası pişireceklerini söyleyerek un ve yağ isterler. Acaip, tavır ve bakışlarından kuşkulanan adamcağız, ailesini başka bir İslam evine kaçırır ve istedikleri un ile yağı getirir.
Zavallı adamcağızı oda içine girerken, hemen üzerine atılıp, dışarıya çıkararak, evin avlusunun bir köşesine yatırırlar ve evde ne kadar değerli eşya varsa ve üzerindeki parayı alırlar. Ve hainler, helva için getirilen yağı tavada kızdırarak, adamcağızı sırtı üstü yatırıp, göğsünü açmaya başlarlar.
Zavallı adam, yalvardıkça yağı daha da kızdırarak, nihayet tava dolusu yağı, o zavallının o şehidin göğsü üzerinde bütün güçleriyle dökmeye başlar. Caniler, yürekleri parçalayacak manzarayı seyrettikten sonra defolup, giderler. Giserken, bu zulüm kurbanı olan zavallı dindaşımız, acılar içinde can veriyordu.
Bu anlattığımız olay, yerli Bulgarların İslamlar üzerinde yaptığı cinayetten çok küçük, fakat yapılış şekli olarak çok korkunç bir olaydır.
Bundan başka, sıra ile direklere bağlanarak yakılan, ana ve babaları da, eşleri ve kardeşleri yakılarak, gözleri önünde namusuna geçilen, karnından bıçak ile yavrusu çıkartılan hamile kadınlar, hep bu cinayetleri bu asırda uygarlık iddiası arkasında koşan, kendi zulüm ve vahşetlerini Türkler üzerine atan Bulgarlar tarafından yapıldı.
O İslam kanları, Dimetoka’da, Ortaköy’de ve diğer kasabalarda pek çok, adeta canavarcasına döküldü.
“Makedonya Gönüllüleri” adı altında toplanan yerli Bulgarlar, masum İslam kanları içmeye zerre kadar çekinmediler. İnsan olanların yapmayı düşünemeyecekleri cinayetleri yaptılar.
Bunca cinayetlerden sonra da Edirne’ye uçak ile attıkları beyannamelerde İslamları koruyacaklarını iddia etmek hayâsızlığında da bulundular.
Sağdan itibaren: Müb’us-u Sabık2 Emin Bey, Eşraftan Ziya Bey, Yeni Edirne Gazetesi imtiyaz Sahibi, Şevket Bey (Dağdevirenzade), Belediye Üyesinden Hacı İbrahim Bey, Edirne’nin son Belediye Başkanı Fuat Bey, Hapishane Müdürü Ahmet Bey,
Sağdan itibaren ayakta duranlar: İstinaf Mahkemesi üyesi Fethi Bey, Şeyh Galip Efendizade Bahaeddin Bey, Muhiddin Bey, Ziya Bey, Merhum Nazmi Beyin damadı Cevad Bey.