Doktor Rıfat Osman Bey ile Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in Yazışmaları

Dr. Rıfat Osman
Güncelleme:

Tosyavizade Doktor Rıfat Osman Bey (1874 -1933);18 Şubat 1874'te Üsküdar'da Harem İskelesi'nde doğmuştur. İlk eğitimine 1880 yılından "Selimiye İptidai Mektebi" de başlamış. 1882'de Paşakapısı Rüştiye-i Askeriyesi'ne, 3 Haziran 1889'de Kuleli Askeri Lisesi'ne, 1892'de de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane girmiştir. 28 Mayıs 1899'da yüzbaşı rütbesiyle Mekteb-i Tıbbiye'den mezun olmuştur.

Prof. Robert Rieder Paşa'nın yanında çalışmaya başlamış. Rieder'in yardımcılığı ve röntgen dairesi şefliğine kadar yükselmiştir. 1903'de Solkolağası rütbesi ile Edirne Merkez Asker Hastanesi Röntgen Şua şefliğine tayin edilmiştir.Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı'nda Edirne Merkez Asker Hastanesi'nde büyük hizmetler vermiştir.Haydarpaşa Numune Hastanesi Röntgen mütehassıslığına atanmıştır. Edirne Memleket Hastanesi 'nde Röntgen uzmanı olarak çalışmıştır.1926'da Edirne Belediyesi Mıntıka Hekimliği, Edirne İlkokulları Sağlık Öğretmenliği ve Hekimliği, Edirne Kız Öğretmen Okulu Sağlık Öğretmenliği ve Hekimliği, Edirne Sanayi Okulu Resim Öğretmenliği ve Hekimliği gibi görevler de kendisine verilmiştir.

Dr. Rıfat Osman Bey, çok yönlü bir hekimdir. Ressamdır. Mimar-Mühendistir. Amatör ruhlu profesyonel bir fotoğrafçıdır. Profesyonel güçte bir müzeci ve kütüphanecidir. Tarihçidir. Edirne Tarihi ve Mimarlık Tarihimizle ilgili çok sayıda eserler vermiştir. İyi bir eğitimcidir.

Ord.Prof.Dr. A. Süheyl Ünver (1898 - 1986 ) İstanbul'da doğdu. 1920 yılında Darülfünun Tıp Fakültesi'ni bitirdi . Gureba ve Haseki Hastanelerinde hekimlik çalışmalarına başladı.Paris Tıp Fakültesi'nde Prof.Marcel Lebbe'nin yanında iç hastalıkları uzmanlıklarını tamamladı (1927-1929),Paris'ten dönüşünde hocası Prof.Dr.Akil Muhtar Özden'in yanında çalışmaya başladı.Tıp Fakültesi Tedavi Kliniği ile Farmakodinami müderris yardımcılığı yaptı (1930).

1916 yılında tıp öğrenimi ile eş zamanlı olarak girdiği Medreset'ül Hattatin'den 1923 yılında tezhip ve ebru dallarında iki icazet aldı. 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nde Türk Minyatürü ve Süslemeleri Dalı'nda öğretim üyesi olarak göreve başladı ve 19 yıl bu görevi sürdürdü.

İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü'nü kurdu. 1933 senesinde Üniversite Tıp Tarihi Enstitüsü direktörü oldu. 1938'de profesör, 1954'de ordinaryus profesör oldu. 1967'de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Tıp Tarihi ve Deontoloji kürsüsünü kurdu. İstanbul Güzel sanatlar Akademisinde "Türk Minyatürü ve Süslemesi "hocalığı yaptı... 1973'de emekli oldu, 1986'da öldü.

Arapça, Farsça, Fransızca biliyor; ney üflüyor; aynı zamanda ressam,minyatürcü, tezyinatçı, ve hattattı. Türk kültürünün bütün yönleriyle ilgileniyordu. Arşivciydi ve arşivini kendi kurduğu enstitülere, Türk Tarih Kurumu'na, Süleymaniye Kütüphanesi'ne bağışlamıştır.

Hayatı boyunca yoğun bir araştırma ve yazma işine kendisini vakfetmiştir. 18 bilimsel kuruluşun üyesi olmuş, tıp tarihi, bilim tarihi, kültür tarihine ait 2500 civarında kitap ve makale yayınlamıştır. 1985'de Kültür Bakanlığınca büyük ödüle layık görülmüş, yurtdışında da ödüller almıştır. Dergi, gazete ve ansiklopedilerde sayısız yazısı vardır.

Restore

Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver ve Tosyavizade Dr.Rıfat Osman Bey
Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver ve Tosyavizade Dr.Rıfat Osman Bey

Dr.Rıfat Osman Bey ile Ord.Prof.Dr. A. Süheyl Ünver'in Tanışmaları

Dr.Rıfat Osman ve Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, 1923 yılında İstanbul'da, Ressam, Üsküdarlı Ali Rıza Bey'in yanında karşılaşırlar.

Dr. Rıfat Osman Bey, Süheyl Ünver'e yazdığı 16/17. III.1929 tarihli mektubunda

"Bin kere, yüz bin kere milyon kere teşekkür ederim, o hazreti Muhiddin'ne. Aramızda ilişki kurmamıza aracılık etti. Ve hayatımın son senelerinde bana Evliya Çelebi deyimiyle Bir yâr-ı vefa şiar "vefalı, kadir kıymet bilen" dost kazandırdı." şeklinde ifade etmektedir.

21.Mart. 1930 tarihli başka bir mektubunda ise:

"Ben, 1923 yılından beri namuslu, doğru düşünür, doğru söyler, kadere itaatli, hakka saygılı civan mert bir Süheyl tanıdım. Bu, ömrümün sonlarına rastlayan Tanrı bağışı, benim bütün hayatımın sonsuz bir ödülüdür" demektedir.

Tanıştıktan sonra, çok iyi iki dost olan Rıfat Osman ve Süheyl Ünver, özellikle Süheyl Hocanı eğitim için Paris'e (1927) gitmesinden sonra mektuplarla konuşup, dertleşmişlerdir. Özellikle Süheyl Hoca'nın Paris'te eğitimde bulunduğu sırada bu dostlukları daha da derinleşmiştir.

Dr. Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hocaya yazdığı mektuplarda, "Muhterem Süheyl Bey, Hazreti Süheyl, Süheyl Bey, Süheyl'im Efendim, Aziz Kardeşim, Sevgili Çömezim, Muhterem Kardeşim Süheyl Bey, Muhterem Süheyl, Aziz ve Sevgili Çömezim,Aziz Süheyl,Aziz Çelebi Süheyl, Aziz Çömez, Aziz ve Sevgili Süheyl, İşte Çömez, Aziz Çömezim, Çömezim Süheyl, Sevgili Çömezim, Süheyl Nûr'u Aynim Süheyl Bey, Nûr'u Aynim Aziz Süheyl, Nûr'u Aynim Aziz Süheyl Bey, Dâder-i Kıymettarım Süheyl Bey, Süheylciğim,Aziz Süheyl Can, Süheyl, Aziz Süheylciğim" gibi başlıklar kullanmıştır.

Süheyl Hoca'da Rıfat Osman Bey'e "Sevgili Üstadım, Muhterem Üsdat, Muhterem Efendim, Muhterem Üstadım" ifadelerini kullanmıştır.

Dr. Rıfat Osman Bey ve Ord. Prof. Dr. A.Süheyl Ünver arasında ki bu yazışmalar,üzerinde fikir ve görüş belirten çok değerli kaynaklardır. Klasik, alışıla gelmiş mektupların dışında, tarih, bilim, felsefe, sanat, şehircilik ve turizme kadar değişik konular içermektedir.

Dr. Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hoca'ya yazmış olduğu mektupların tamamı 700 kadar olup, orijinalleri İstanbul'da Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir. Süheyl Hoca'nın Dr. Rıfat Osman Bey'e yazmış olduğu mektupların sayıları daha az olup, bunlarda Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.

Mektuplardan Örnekler

Dr. Rıfat Osman Bey'in, Süheyl Hoca ile aynı şehirde yaşama isteği..

Her zaman ve her yerde ve her sırası geldiğinde söylediğim gibi, son zamanlarda benim seninle aynı şehirde yaşamağa mahkûm oluşum, kısmetsizliğimin en belirgin yönüdür.

Bunun neden ve niçinlerini ne kadar açıklamaya çalışsam da başaramam. Onu, ben hisseder ve ben tanırım.

Hele gün güne daha az kadir bilir ve hayır düşünür olarak ilerlemekte olan bu çevrede, bu durumda, Edirne ölmüş müdür?

İlkbaharın ortalarına doğru seni tekrar beklerim. Hayatın, hay-ı hu-yu ne biter ne tükenir.

Tam bir senenin on iki ayında çalışmamanın ne fena şey olduğunu öğrendim ve iman ettim. Ama yaşım kırkı geçti ve her türlü önem değerini kaybettikten sonra, bu acı tecrübelerimden hiç olmazsa siz faydalanın.

Müslümanlıkta denenmiş olan bir şeyi yeniden denemek doğru değildir. İkinci ziyaretin, bir taraftan uygunsuz havalara ve diğer taraftan senin ruh yapını tanımayan Ziya'nın ... rastladığından ilk günde ... 1

Gönül ister ki, Sarayiçi'nde yüzyılları görmüş ağaçların altında, eski bostancılar veya divan efendileri gibi oturup, gelecek günlerin üzüntülerini bir tarafa bırakarak, sohbet edelim.

Sana karşı hiçbir lütufta bulunmadım ve bulunamadık. Elden gelen ne ise ... bir can yoldaşıma ve dünya ahret arkadaşıma ne yapmak lazım ise o yapıldı. Bilirsin... kusura bakılmaz. Aslında bunları arayan insanlardan olmadığını iyi bilirim.

Mihrinaz'ın iki gün önce yapılan idrar tahlilinde hiçbir şey görülmedi. Büyük "oksalat düş o billurları" görülmüş. Biraz ekmek verdik. Tuz bile vermedik. Şimdi saat 9.30. Bir kırıklığım var dedi. Derece koydum ateşi 38,7 ben de ne yapacağımı şaşırdım. Bütün kalbimle Allah diyorum. İşte O kadar. Hepimiz hürmetlerimizi sunarız. Ben de gözlerinizden öpmekteyim..

Dr. Rıfat Osman Bey, mektuplarında Süheyl Hoca için kullandığı başlıkları değerlendiriyor..

Yazışmalarımda kullandığım çeşitli başlıklar içinde, en fazla sevdiğim "Çömezim" sözcüğüdür.

Çünkü Cenâb-ı üstat rahmetli Seyit Bey, beni, dostlarına tanıtırken "Son Çömezimdir" der idi. Özellikle sevilen bir "Çömez" bizim milli geleneğimizde evlat ve hatta evlattan daha itibarlı ve değerlidir. Nitekim rahmetli beni o şekilde yetiştirdi..

"Aziz" ve "Üstad" kelimeleri ile ilgili olarak ta ..."9 Temmuz 1929

Malumdur ki dünyanın bütün mektupları bir küçük muhibbane 2 hitapla başlar. Bu hususta birçok nezih kelimeler buldum. Nef'i, Fuzuli devirlerini hatırlatan abidelenmiş (anıtlaşmış) terkipler bile yazdım. Fakat nihayet en ziyade hoşuma (Azîz) kelimesi gelmeye başladı. Zira sen, cidden (Aziz) insan yavrususun. Çünkü sevilmeye, hoş hoş okşanmaya lâyık olanlara haklarını vermek, şâyân-ı merhamet onlara acımak traseinin? ifrat ve tenezzül noktalarına... Tenkitler, tekdirler ve lazım olursa tatlı tatlı takdirlerle karşısındakileri tenvin ve tesir eylemek. Nihayet, nihayet peygamberleri gibi hareket etmek senin özelliklerindendir. Sen de durmadın. Muhtelif kelime tercihlerinden sonra (Sevgili Üstâd !) hitabında karar kıldın. Femma bilerek mi yoksa sünûkat kabilinden kaleminden damlayarak mı orasını bilmem. Bu iki kelimeyi potaya koyalım.

Evet. Ben bilirim ki (sevgili) yine (şurasına antrparantez işaret edeyim ki, acaba sevimli demek isterken mi bu sevgili kelimesini yazıyorsun?)

Sebep? Dünya ve ahiret yollarının yegâne ve son arkadaşı olduğundan dolayı Zehra'yı severim. Sonra, benim kanımdan Tosyavizadelerin hücrelerinden bir enmuzec 3 (örnek)olduğu için Mihrinaz'ı severim.

Daha sonra, mukadderatımım 1923'te yoluma çıkarttığı Seyit Bey merhumun Rıfat Osman'ı gibi Rıfat Osman'ın Süheyl'ini de severim. Daha, daha sevilmeye lâyık canlı cansız ne kadar güzellik mevcudat varsa onları da severim. Nihayet, nihayet de sevmek için yaratılmış bir insanım.

Üstad, kelimesine gelince: Bu rütbeden bende ne var onu bilmiyorum. Bunu, orada sen, burada da beni seven bazı muhiplerim söylüyorlar. Onları bilmem. Ne için söylediklerini de öğrenmek istemem. Fakat senin cephene göre, bazı taraflarını işlemiş bir mücevheriyim. Gördüm ve anladım ki milli tarihimizin bazı noktalarını yakalamış, sürüklemeye ve ortaya çok muazzam derinliklerden çıkarıp, koymaya uğraşan bir kalem ve fırça san'atkarıyım. Bundan âsâbım ve dimağım müteessir oldu. Zira bu tahassüs biraz da senin varlığına, ilmi duyarlılığına karışarak kül altında yanan kahveci ateşi gibi yanmakta idi. Onun üzerindeki külü kaldırmağa uğraştım ve az himmetle muvaffak da oldum. Süheyl'in ruhu da tutuşmuş idi. Yüksek sesle (burada da bir yangın var) demeye hak kazandım. Onu takdir eden bir çift (..) seni (Üstad !) kelimesini kullanmağa sevk ettiler. Böyle değil mi Süheyl?"

Gülhane'nin 25. yıl dönümü kutlaması ile ilgili olarak Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver'in Dr.Rıfat Osman Bey'e yazdığı R. 30 Kanunuevvel 1339/M. 30 Aralık 1923' tarihli mektubu..

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'in Dr. Rıfat Osman Bey'e yazdığı 30 Aralık 1923 tarihli mektubu
Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver'in Dr. Rıfat Osman Bey'e yazdığı 30 Aralık 1923 tarihli mektubu

Mevcudiyeti ile iftihar ettiğim sevgili üstadım...

Geçen gün aziz doktor bir hasbihal yazdın. Ben, müteessir olarak okudum. Şimdi sana pek ulvi ve pek hazin bir hatırayı yazıyorum. Gözyaşlarının şırıltısını oturduğum yerden duyuyorum.

Gelelim maksada:

Dün gazetede Fransızlardan kurtarılan Gülhane'mizin 25 inci sene'i devriyesi (yıl dönümü) tes'id olunacağından (kutlanacağından) orada muallimlik (hocalık)ve asistanlık eden zevatın (kimselerin) davetini okuyunca şimşek gibi zihnimden geçtin. Bize dair bir davet yoktu. Fakat aziz doktor, o anda cism'i lâtifin senin.. bir köşesine oturmuş mevcudiyetin karşısında senden emir aldı. Gittim, büyük üstadım. Yalnız senin namına isbat-ı vücud ettim (hazır bulundum). Sözleri senin kulağınla dinledim... o safahatı hürmetle dinledim. Senin tatlı heyecanın bende hüküm ferman oldu. 25 sene evvelki heyecanı senin gözlerinle görerek yaşadım. O anda bahtiyar idim ve pek müteessir (üzgün) idim aziz doktor.

Senin o zamanki arkadaşların salona girerlerken herkes hürmetle karşılıyor ve şimdi her biri birer kürsü sahibi olduğundan, başköşeye geçiriliyorlardı. Ara sıra senin namına geldiğimi unutuyor, kapıdan girenler arasında Rıfat Osman girecek mi diye gözlüyordum.

Heyhat!.. Rıfat Osman Edirne'de idi. Tali'in bu cilvesinden dolayı çok teessür ( keder) duydum. Fakat bu teessür seni bana, o kadar yaklaştırdı ki, kendimde senin sıfat ... seni hisseder gibi oldum. Nitekim 25 sene evvel sen ancak, ben yaşta idin. Ben, o zaman henüz doğmamıştım. Sen ise memleketimizde ilk cihazı tertip (yapma) ile meşguldün. Senin bu ulvi hatıranı canlandırmak için 25 senelik bir fasılada cismen büyüyerek senin, pek âli kalbinin hatırı için buraya geldim.

Hissiyatımı karıştırmadan merasim safahatını yazayım. Gazetelerde bu hususta bir şey görürsem göndereceğim. Merasim pek hoş oldu. Şükrü Nail Paşa, Re'fet Paşa, Erkânı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa bütün tıp medresesi ve Gülhane Müdürü Tevfik Salim Bey kürsüye gelerek Gülhane'nin ilk kuruluş safhalarını sizin bildiğiniz şekilde anlattı. Kürsünün tam ortasında çaprazvari konan iki Türk Bayrağı arasında Muallim Rieder'in resmi vardı. Sağında Wieting ve solunda da muallim Deycke'nin resmi asılı idi. Tevfik Salim Bey, konuşmasının başında 1898 tarihinde Rieder'in (okuduğu mukavele "sözleşme" ile) İstanbul'a geldiğini, vazifeyi kavradığını, askeri tıbbiyenin merbut (bağlı) olduğu mütedaddit amirlerini öğrenip, müstakil bir hastane tesisini isteyip, kendi emrine verilmesini ne suretle yaptığını, Gülhane rüştiye binasını 150 yataklı bir hastane haline nasıl çevrildiğini anlattı. Bu hastanede röntgen, havagazı, su tertibatı, seririyat'ın (kliniklerin) tenevvü'ünü anlattı. Muhtelif devrelere ve senelere taksim ile muallimlerini ve derslerini tespit etti. Bütün hu te'sisatı (1400) lira sarf olunduğunu, bu suretle 1828 mesunlarının Rieder'in taht-ı nezaretinde alaturka saat üçten, yediye kadar çalıştıklarını, Avrupa'dan gelen "Süleyman Numan, Ziya Nuri, Asaf Derviş, Kerim Sebâti, Eşref Ruşen" lerin Rieder tarafından Gülhane'ye alındıklarını bertahsil zikreyledi.

1900 mezunlarından "Tevfik ..., Rıfat Osman ilahiiri adedi mâlûm olan efendilerin yeniden asistan alındıklarını ve Röntgen'e Deyce'nin memur olunduğu bu şubede (Rıfat Osman, Selahaddin, İbrahim Vasfi gibi güzide ve muktedir mütehassısların (uzmanların) yetiştiğini) iftihar ile söyledi.

1902'de Rieder'in binanın ikinci katından düşerek mâlûl (sakat) kalıp, 1904'te Almanya'ya döndüğünü, 1913 senesine kadar, Bonn Dârülfünu'nunda ders verdiğini ve o sene öldüğünü ilave eyledi, ve yine Rieder hakkında şu sözleri söyledi: [Rieder yüksek bir ... idi. (Fur di Türkey ?) namıyla bir eser yayınladı. Hatalarımızı samimiyetle söyler ve milli meziyetlerimizi de sayardı. ... Kitabında inkılâp ve ıslahatlar için yabancılardan yardım beklemenin abes olduğunu ve bu kadar işin bizim tarafımızdan görülebileceğini ve ecnebi tesirlerinin, yardımlarının muvakkat olduğunu beyan etmişti.] dedikten sonra 1907'de Deyce'nin Almanya'ya döndüğünü ve onun da geçen sene uzun bir hastalıktan sonra öldüğünü, sonra Wieting'in geldiğini, Wieting devrinin 19014'e kadar devam ettiğini, seririyatlarda (Kliniklerde) 27000 hasta tedavi edildiğini, 151000 poliklinik yapıldığını, 10000 askeri tabibin burada staj gördüğünü ve orduya 200 mütehassıs doktor yetiştirildiğini söyledi ve sözünün burasından sonra, Tevfik Salim Bey daha pek çok açıklamaları ile orada bulunanları aydınlattı. Sonra, mızıka terennümatı arasında çay ziyafeti verildi. Ve herkes çay salonuna gitti. Fakat ben gitmedim.

Neden?..

Bugün hava o kadar berbat ve o kadar yağışlı idi ki, sokakta yürümene imkân yoktu. Fakat ne de olsa senin namına, senin vekilin olarak, senin orada olduğunu ispat için gittim. Muhterem ismin üç defa hatip (konuşmacı) tarafından zikredildiğini de söylemekle bahtiyarım. Üçüncüsünde ismi takrim ederek mesai'i bir günü gününüzü de zikretti. Rıfat Osman gibi, bu şubede güzide mütehassıslar yetişti, sözü benim koltuklarımı kabarttı. İftihar ettim doktor. Ve bu büyük günü senin namına tes'id ettiğime (kutladığıma) pek sevindim. Çay salonuna gitmedim. Sebebi?

Gitmem için arkadaşlar ısrar ettiler. Senin ne kadar temiz ve mütevazi bir adam olduğunu ve ne suretle alâyişsiz (gösterişsiz), sessiz çalıştığını bilirim. İzzet ve mufakareden hoşlanmazsın. Bu manevi hatırana bir şaibe-i ... karıştırmamak için gitmedim. O salondan yalnızca çekilip gitmekle seni temsil ettim. Kapıdan çıkarken yalnız iki kişi selam verdi. Sarayın meydanından vaktiyle ihya için uğraştığın İncili Köşk'e bakarak, rüzgarın madematiyle Ayasofya türbeleri arasından geçip, evime ... olarak döndüm.

Mübarek ellerinden öper ve yalnız senin şerefine imzamın başına unvanımı ilave ile beyan-ı ihtiramat eylerim efendim.

30 Kanunuevvel 1339/M. 30 Aralık 1923

Dr.Süheyl...

Dr.Rıfat Osman Bey'in, Süheyl Hoca'nın bu mektubuna verdiği cevap..

4 Kanunusani 1340/ 4 Ocak 1924

Dâder-i can berâberim Süheyl'im Efendim,

1923 senesinin kendisi gibi tarihe karışan son ayının otuzuncu gününde sizin ve milletimizin ve ailemizin mutlu günler geçirmesini Tanrıdan dilediğim 1924 yılının birinci gününde, yazdığınız iki muhabbetnamenizi sonsuz sevinçlerle aldım. Ah hazret ah..

Güya dimağçe kubbem bir hipnotize edilmiş gibi kalbimden kopan ... duygular.

Bütün sinirlerimi tutup okşayarak dimağıma yansıtmakta ve gözlerinden keder dolular ... gibi akmakta idi.

Gülhane heyecanı ve Ressam Seyit Bey.

"Gülhane" bu kısa üç heceli kelime bilsen hayatımın bence ne kıymetli ilişkilerimi, duygularımı, heyecanlarımı, üzüntülerimi ve sevinçlerimi ihtiva eder.

Ben, on dört yaşımda üstadım ve veli nimetim ressam rahmetli Seyit Bey'e teslim ederek vefat eden babamın emanetine karşı, hazreti üstadın en küçük ilmi ve sosyal ahlakı gelişmeme çalışması, her türlü övgünün üstünde uygar bir terbiye için bu gayretlerim yetersiz olduğunu Muallim 4 Rieder 'in ilk kitabından anlamış ve bir balon kazasına uğramış olanın iniş cihazı gibi dört el ile sarılmış idim. Görüşlerimdeki, düşünüşlerimdeki ve özellikle hükümlerimdeki dengesizliği ancak bu sayede dengelemeyi bilmişimdir.

Mâhaza büyük bir adam olarak yaratılmış olan Muallim Rieder, yalnız benim için değil, kıymetini anlayan her Türk için bir menba-i fezâil ve gencine-i meâliyet idi. O öyle bir yabancı, öyle bir Alman idi ki, "beni yalnız Türklerin irfanları, refah ve saadetleri mesut edebiliyor. Nitekim yalnız vatanımın izmihlâli (yok olması) yine bedbahtlığımın mûcib olacağı gibi!" der idi.

Müşir Zeki Paşa (R.19 Teşrin-i evvel 1319/M.1 Kasım 1903) tarihli bir akşam hanesinde bana demiş idi ki:

[Bana hâmi-i vatan dediklerini bilirim. Benim bütün günahlarımı affettirmeye mualliminiz Rieder'in getirilmesine aracılık etmem ve ona vâsi bir serbestlik vermem yeter. Avrupa gazetelerini memlekete sokmaya korkan saray, böyle metin ahlaklı adamların girmeleriyle bilmeyerek, geçmişteki hatalarını düzeltiyorlar. Ne mesut insanlarsınız ki, bu derecelerde namuslu bir üstada öğrencilik ediyorsunuz.]

Gülhane ve Rieder'e bağlılık...

Gülhane benim için sadece bu değildir. Hayatımın en rakik bence hayatımın unutulması mümkün olmayan safhalarını içermesi itibariyle "Gülhane" kelimesi hatırıma geldikçe veya duyunca pek heyecanlanırım.

Mektubunuzla bilseniz bana ne dakikalar yaşattınız. Öyle dakikalar, öyle saniyeler ki hayatta onlara mazhariyet teslim-i ruh ederken ancak ve ancak bir defaya mahsustur. Zira bir kalp ile yaratılan insanlara yalnız bir sevda, yalnız bir aşk verilmiştir. Bu ne halle teczi-i, ne de mümkün-ül tekrardır. Bunu mektubunda uzun uzadıya yazacak kudretim yoktur. İnşallah bir gün hatıratımda okursunuz. Ümit ederim ki, bu büyük adamın bütün talebeleri için mâlum olmayan bir resmiyle müzeyyen ve Gülhane'nin ilk yıllarına ait tarihi bilgiler – ki, tıbbımızın tarihinde kıymetli , özel bir yere sahiptirler.

Dr.Rıfat Osman Bey'in imzası ve Rieder Paşa örneği..

Büyük bir adam olarak yaratılmış olan rahmetli muallim Rieder ile bir yaz gününde, Moda'daki evinin bahçesinde oturuyorduk. Ben, bahçe masası üzerinde Almanya'daki arkadaşlara mektup yazıyor, o da gazete okuyordu. Bana:

"Rıfat, senin Türkçe imzan ne kadar hoşuma gidiyor ve sözcüklerden oluşmuştur" dedi. Ben de açıklayarak "sadece Rıfat Osman" dedim.

Rieder Hoca;

"-Fransızca imzanda doktor sözcüğünü kullandığın halde, niçin Türkçesinde yazmıyorsun? Sen, bu şerefli meslek unvanına sahip olabilmek için ne zahmetler çektin, çekiyorsun ve çekeceksin. Bu kazanılmış bir hakkındır. Tavsiye ederim Türkçesinde de bu saygın sözlüğü ekle." Önerisinde bulundu. O zamandan beri fikren imzam ile meşgul olarak yazarsam saygıdeğer üstadımı anarım.

Dr.Rıfat Osman Bey'in, Süheyl Hocaya imza önerisi..

Dr.Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hoca'ya imza önerisinde bulunduğu mektup
Dr.Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hoca'ya imza önerisinde bulunduğu mektup

Şimdi ben bu öneriyi aynen anlatıp, tekrarlamakla beraber, eğer uygun ise bir iki de örnek yazacağım. Adında "Ahmet" sözcüğünü daima kullanmıyorsun. Nitekim ben de "Mehmet" sözcüğünü yalnız mühürüm de kullanırım. Çünkü okulda usul "kural" böyle. Yani baba adını sonunda kullanır idik.

Fakat sizin adınızın imzasında sadece "Süheyl" sözcüğü pek yalnız oluyor. Ben, Ahmet'i de birlikte yazmanız taraftarıyım ki, bu halde imzanız şöyle olacak:

İki ayrı imza örneği:

  1. Doktor Ahmet Süheyl
  2. Doktor Süheyl

image4

İmza, Ahmet ile birlikte olursa, Ahmet'in "آ= A" i ile başlayıp, isimleri yazdıktan sonra, doktor sözcüğünü yazacaksınız. Bunda da şart, imza atarken, kalemi mürekkebe batırıp, imzayı tamamladıktan sonra, kalemin ucunda kalan mürekkep ile doktor yazacaksınız. Yani, imzanızın taklidine rastlarsanız, açık renkli ve mürekkebi bol olmayan "Doktor" sözcüğü ile olursa hakiki ve aksi halde sahte olduğuna hükmedebileceksiniz (karar verebileceksiniz). Fakat yalnız "Doktor Süheyl" olursa, en hafif renkli mürekkeple (Süheyl) kelimesinin (ي= y) sine ait noktalar olacak.

Süheyl Hoca'nın, Rıfat Osman Bey'in imza önerisine verdiği cevap...

İmzam hakkındaki düşüncelerinize çok ve hem çok teşekkür ederim. Mütalaanınız (iddianız) doğrudur. Yalnız "Süheyl" diye imza atmamın sebebi de basittir. Esasen resmi işlemlerde doktor yazıyorum. Fakat tıp ile alâkadar olmayan dostlarıma, kendilerine başka bir mahluk olmadığımı beyan etmek için mesleğimi yazmıyorum. Esasen biliniyordu, "Dr.Süheyl" lafı pek sade olur. "Doktor Ahmet Süheyl"cümlesi daha münasip. Babamın ismi "Enver" idi. Bunu ilave etsem, işiten de bir his bırakmıyor. Sonra, şimdiye kadar imzam hep bu şekilde sadece "Süheyl" idi. Bunu şimdi değiştirmek başka şekle koymak resmi işlemlerde de sekte edecek. Sonra, Ali Bey'e ayrı, Veli Bey'e ayrı imza yazmakta abes olur. Velhasıl şimdiye kadar bu şüpheden azade idim. Şimdi bir tereddüt hâsıl oldu. Bunu katiyetle hallediniz de sizin de arzunuzu yerine getirmekle muhaki olayım.

Dr.Rıfat Osman Bey, Süheyl Hocaya bu defa yeni Türk Harfleri ile hazırlamış olduğu imza örneğini gönderiyor..

Klişelerin üzerinde "Osmanlıca" yazılmış tek satırda:

"Kırmızı işaretlilerden hangisini sever isen, yadigârım (armağanım) olsun" diye yazmış.

image5

Süheyl Hoca hiç boş durmuyor...

Süheyl Hoca Dr.Rıfat Osman Bey'in isteğini değerlendiriyor, ona yazdığı mektubun sonunda yer alan imzasının başına Dr. ve Ahmet kelimelerini ekliyor..

Süheyl Hoca'nın imzasının başına Dr. ve Ahmet Kelimelerinin eklediği mektubu
Süheyl Hoca'nın imzasının başına Dr. ve Ahmet Kelimelerinin eklediği mektubu

Pek kıymetli ve saygılı üstadım!

Tıp hayatım artıkça tarihe iştiyakım (isteğim) yani ruhi meşgalem artacak gibi olur. Nitekim geçen gün tam yarım saat boş zamanım vardı. Köprülü Kütüphanesi'ne gittim. Oranın Allahlık Hafız-ı kütüplerinden (Kütüphanecilerinden) orada meşhur olan suyolları haritasını istedim. Bilmeyerek ve tanımayarak çıkarıp verdiler. Kendileri bununla hiç alakadar olmamışlar. Orada bir şeye bakacaktım. Fatih Cami'inin 1083'den evvelki hâl-i aslisi mevcut. Onu tetkik ederken bakınız neler buldum. Muhtasaran yazayım. Bayezid Meydanı ve Eski Saray medhali planı, Çemberlitaş Hamamı'nın kesilmeden evvelki resmi, Maarif Nezareti yanındaki Has Fırın (Abdülmecid devrinde mevcut) Çemberlitaş havalisinin eski planı, Elçi Hanı, Fatih Cami'inin resmi,Kara Mustafa Paşa Türbesi ve medresesinin eski hali, yola kalb olunan Köprülü Sebili ilahiriki..

Bunları vesaik (belgeleri) meyanında çizdim, ya Milli Mecmua'da veya Şehremaneti Mecmuası'nda yayınlayacağım. Şehir mimarisine ait kıymettar vesikalar ve bazı dokümanlar. Bu vesile ile Şehremanetinden (Belediyeden) her yıl yıkacağı yerin yıktırmadan önce plan ve resimlerini aldırarak, ileride şehir müzesine konulmak üzere saklanmasını tavsiye edeceğim.

Yarım saatlik bir tetkik mahsulü bu kadar oldu. Resimler pek hoşunuza gidecek..

15 Mart 1927
İmza
Çömeziniz
Dr.Ahmet Süheyl

Dr. Rıfat Osman Bey, Süheyl Hoca'nın Avrupa'yı görüp oradaki hayatı tanımasını istiyor..

... Fakat kat'i bir emniyetle diyordu ki; "Fahri bir Bulgar talebesi olarak görmediğim o abideleri, birkaç sene sonra izhâr-ı mevcudiyet 5 eden bir Bulgar profesörü sıfatıyle ziyaret edeceğim. Arada bir fark olacak ki, yarım pabuçla değil, lüks oto ile giderek..."

Emel, sebat, muvaffakiyet ben buna derim. Babadan para ile lüks yaşamak değil..

Süheyl!..

Git, âmâ yalnız git. Oralara git de nereye gider isen git. Hem hiçbir istifâdemi istemem. Yalnız gör. Gör ki, "Hayat, mesai, muvaffakiyet" nelerdir. "Kazanmak, yaşamak, vatan için var olmak" nelerdir. Bir de arkana bak. Belki, doğru, belki yanlış olarak sıraladığım şu altı kelimenin, yalnız sözlüklerimizde olduklarını görecek ve ağlayacaksın.

Süheyl Hoca'nın Fransa'ya gidişi..

Rus çarı I.Nikola'nın yaptırdığı Edirne Albümü:

Değerli gençlerimizden İstanbul'da Haseki'de oturan Dr. Ahmet Süheyl Bey, tıbbi tetkiklerde bulunmak üzere 1927 senesi ekiminde İstanbul'dan Paris'e gitmiş idi.

Geçmişlerin eserlerini ve bu arada tarihi eserleri görmeye pek hevesli olan aziz dostum, Paris'te Profesör Mösyö Marsel Labe'nin yanında tıbbi gelişmesine ciddi şekilde devam etmekle beraber, haftada birkaç saatini de Paris'in zengin kütüphane ve müzelerinde bulunan ve milli tarihimizin önemli kaynaklarından sayılan eserleri tetkike ayırmıştır.

Süheyl Bey, bu incelemeleri arasında Milli Kütüphane'nin İstanpolur (kopyalar) koleksiyonunda rastladığı bir eser hakkında şu bilgiyi vermekte idi:

"Geçen Perşembe günü, öğleden sonra Milli Kütüphane'nin Estenpajlar dairesine ilk olarak gittim. Meğerse hazret, orada Doğu'ya ait neler neler yok. Türkiye'ye ait gayet büyük 20-30'dan fazla resimli seyahatname ve albümler. Ne istersen var. Burada Edirne Sarayı'na ait bir hazine bulunuyor. Bu eser, 1829-1830 Rus-Türk savaşı sırasında İmparator I. Nikola tarafından özel olarak gönderilen bir iki ressam tarafından yapılmış.

Meğer Saray, bu tarihte genel karargâh. Buna da Bostancıbaşı Dairesi ayrılmış."

Milli tarihine büyük ilgilerle bağlı olan dostum, bu sözleriyle önemli bir defilenin varlığından beni haberdar ve bu rastlantıdan dolayı da sevincini gösteriyor ve şu satırlarla haberlerine son vererek, "yakında eserinin fihristini kopyalayıp göndereceğini" de sözlerine ekliyordu.

"Bu eserin karşısında sizin adınıza, dolayısıyla kendi hesabıma duyduğum heyecanı kabil değil anlatamam"

Zavallı ilim aşığı! Birkaç gün sonra eserin fihristini kopyalayıp, gönderme lütfunda bulunan aziz doktor. Yukarıda ayrıntıları yazılan ve saraya ait olan levhaların (resimlerin) kopyalarını da göndermiştir.

Eser, 70x50 santimetre boyutlarında 51 tablodan oluşup, Paris'te Engelmann Matbaası tarafından taş basma olarak albümleşmiştir. Söz edilen 51 tablodan bir kısmı Edirne şehri ve civarındaki tarihi eserlerle manzaralara ve sekiz tanesi de sadece Edirne Sarayı'na ait idi.

Bu düşünülen külliyatın başlığı şudur:

"Album d'un voyage en Turguie fais par l'ordre de S.M.l' Empereur Nicola 1. En 1829-1830 par: C.Sayger es A.Desando

İmparator I:Nikola'nın adıyla Türkiye'de 1829-1830 senelerinde yapılan bir gezide S.Sayger ve A.Derando tarafından yapılan albüm.."

İşte böyle sevgili çömezim.

Sonra adı geçen sekiz tablonun Fransızca asıllarıyla, onların çevirilerini yazdıktan ve bunlar hakkında biraz da özet bilgi verdikten sonra, şu satırlar ile sözünü tamamlıyorum.

Değersiz eserimin metnine ait kısımları belgeleyen bu önemli eser hakkında ilmi bilgi veren ve bu yardımıma kopya edilmiş nüshaları göndermek gibi yardımlar ekleyen kadirbilir yardımcı dostum..

İmza
Tosyavizade Dr. Rıfat Osman
Edirne Sarayı, Topkapı Sarayı'nın modeli..

Topkapı Sarayı'nın Dr.Rıfat Osman Bey tarafından mektuba çizilmiş resmi
Topkapı Sarayı'nın Dr.Rıfat Osman Bey tarafından mektuba çizilmiş resmi

Edirne'nin Yunan işgali altında ve bizler de kalebent, yani Edirne'nin kapılarından çıkamaz, bir tarafa mektup yazamaz mahkûmlar iken, Karaağaç'ta da erleri Tunus ve Cezayirli olan bir Fransız süvari alayı vardı.

Bu alayın subaylarından ikisi müsteşrih (Doğu bilimcisi) idiler. Kimden duymuş iseler duymuşlar, gelip, hem beni, hem de eserlerimi gördüler. Ve bu saray eserimi satın almak istediler. Fakat bir şart koştular. Dediler ki:

"Mademki, Topkapı Sarayı'nın modeli Edirne Saray'ıdır, diyorsunuz, sizi İstanbul'a götürelim ve Fransız siyasi temsilcileri aracılığı ile sizi müzeye ve Topkapı Sarayı'na görevli olarak atatalım. O Saray'ı da güzelce inceleyerek yazınız. Fakat bu kitabı bize verdiğiniz gibi, onu da vereceğinizi taahhüt edin."

Doğal olarak, bu bilimsel teklifin bazı yönleri benim milli gururumu yaraladı. Çünkü ben, yani bir Türk, Fransızların himayesiyle (korumasıyla) Türk Hükümetinden görev alacağım ve Fransız korumasında çalışacağım. Bu düşünce ile yeni mazeretler göstererek, tekliflerini reddettim.

Bundan dolayı bildiğiniz gibi, geçen sene Halil Bey'e ve Eğitim Bakanı Vâsıf Bey'e başvurarak Topkapı Sarayı Müzesi'ne, aman efendiler, beyler, bilim adına bu müzenin kapıcılığına razıyım dedim ve bir görev istedim ve amacımı açıkladım.

Evet, bugün genç ihtiyar elbet bir Türk çıkarak Topkapı Sarayı'nı yazabiliyorlar. Amma, benim gibi göremezler. Çünkü bu da bir ilimdir. Ben, hemen otuz-otuz beş senedir Türk binaları ve Türk köşk ve sarayları ile uğraştığım için, bu mimari şekillerinde bir deneyim kazandım. Uzatmayalım Halil Bey, işi el altından bozdu. Vâsıf Bey de elime açık bir kart vererek, sarayı tetkik etmeye (incelemeye) izinli olduğumu bildirdi.

Pek âlâ; ise de ben, parasız pulsuz bir adamım. Topkapı Sarayı'nı incelerken Gülhane Hatt-ı Hümayun'un Meydanı'nın otlarını yiyecek değil idi. R.1341/M.1925

İmza
Tosyavizade Dr. Rıfat Osman
Süheyl Hoca'nın Topkapı Sarayı Harem Dairesini ziyareti ...

Sevgili ve çok muhterem üstadım!

Evvela bayramınızı tebrik ederim. Keza Mihrinaz'la validesinin de bayramını tebrik ederim.

Tebriği bitirdikten sonra son mektubunuzun cevabına geliyorum. Malum ya kale içeriden fetholunur derler. Geçen gün Topkapı Sarayı Harem Dairesinin altını gezdim. Aman Hazret! Burası çok kıymetli, çok değerli ve çok önemli. Gerek mimari, ve gerek bedi'i noktayı nazrından (güzel sanatlar bakımından) şah eser. Yani tabir-i mârufi ile altı üstünden güzel. Hele o Sinan yapısı Murad-ı sâlis (III. Murat) Dairesinin kaidesini görmeli. Akla hayret veriyor. Bayram ertesi burada hemen iki düzüne kadar resim yapacağım. Tabii bunları şimdilik neşredecek değilim. Fakat birer suretini size yollayacağım. Bunu behemel yapacağım. Çünkü Harem Dairesi açılsa bile bu fırsat ele geçmeyecektir. Hatta ilk gittiğimde bile fotoğraf makinesi götürmediğime pişman oldum.

Biraz muteriz davranmıştım. Meğerse in ve cin yokmuş. Ne ise bu ziyaretim tekerrür edecektir. Burada muhtelif edvarın tarz-ı mimarisi var. Ben orada Fatih asrı, Süleyman asrı kokusu da duydum. Osman-ı sâlisi meşhur cumbayı yapmak için, oldukça fena ve kaba cumbalar yapmış. Sarayı vâkıa öne almış amai arkada o meşhur pencere ve kemerler kapanmış ve bir nispet de gözetilmemiş. Burası, bilhassa şu temeller dairesi diyeceğim kısım senelerle tetkik olunsa yine bitmez..

... makaleyi mecmuaya verdim. Şehremaneti Mecmuası'na da şehre ait kıymetli belgeler içeren bir makale yazmıştım onu vereceğim. Artık tıbbi makalelere de başlıyorum. Benim de hayatım bir silsile-i mesai şeklinde teakup ediyor gidiyor. Ne olacak bilmem.

Muhiddin'le bir gün giderek Sâi'nin mezarını aramağa ve resmini yapmaya gayret edeceğim.

Acaba İstanbul'a geldiğinde Üsküdar'da Saraçlar Çeşmesi Kahvehanesini bulacağınızı mı zannediyorsunuz. Heyhat!.. O, diyar-ı ademe gideli çok oldu. Oralarda tek bir ağaç bile kalmadı. Rıza Bey'in yaptığı resimlerde oranın müstesna teravette ağaçları görülüyordu..

Mektubunuza sıra ile cevap verdiğim için bir cümle diğerini tutmuyor. Kusura bakmayın. Yeni vazifenizi tebrik ederim. Mümkün olsa da Edirne'deki konferansınızın bir suretini alıp okuyabilsek. Kemâl-i hasret ve muhabbetle ellerinizden öper ve arz-ı tâzîmat eylerim (saygılarımı sunarım) pek değerli ve pek yüksek üstadım efendim.

31 Mart 1927

İmza
Dr.A.Süheyl

Dr.Rıfat Osman Bey, Süheyl Hoca'ya yaşlılıktan ve röntgen cihazından şikayet ediyor ve Sai'nin süslemeleri hakkında bilgi veriyor...

15 Teşrin-i sâni 1930 /Cumartesi - Saat:17.00:

Yine ömrümden bir gün geçiyor. Uğurlar olsun gidenlere. Afiyetler verilsin kalanlara. Bu tabir ne demek bilir misin? Allah hiçbir radyolog arkadaşa 140 kilovatlık ve 2 ½ mili amperlik bir kuvvet ile uğraştırmasın. Uzun tecrübelerimin kısmen müdahale ve yardımları olmasa ellerim böğrümde kalır. Hele nahiyeler arıza taharriyat rakik insanlar üzerinde olursa ya hey! İşte bunlar hatalı işlerdir. Hâlbuki iyi bir cihaz ile radyografide zor teşhis olur mu?

O ne demek. Fakat ne diyeyim o Arif Bey merhumun acelesine! Almanların (ihtiyar imparator) dedikleri şimdiki imparatorun büyük babası I.Vilhelım bir gün özel bir görevle Berlin'e giden bir memurumuza : "Siz Türkler zeki, âkicenap ve siyasette oldukça ... hatta fazlaca mahir insanlarsınız. Bunu teyid ederim. Fakat çok fena bir kusurunuz var. Ne yapmak ister veya ne yapar iseniz itidâl (eşitlik-uygunluk) yerine istî'câle (aceleyi) tercih ediyorsunuz. Bazı işler vardır ki, isticâle az çok yer vardır. Fakat ekseriyet itibariyle isti'cal muzurdur" der.

Memleketimiz de az bilgili insanların bile ( el acelet-ü mineşşeytan- acele işe şeytan karışır), (Tiz-i reftar olanın payına dâmen dolaşır) gibi kullandıkları vecizeler bulunduğu halde, her nedense acelemiz de çoktur. İşte Arif Bey'in fazla aceleciliği hem senelerden beri beni üzdü, ezdi -ki, bir kısım ızdıraplarımı sana yazmış idim.- ve hem de elimizde mutavassat bir doktorun kabinesine belki girebilecek olan bir gurupla da kalmadık. O, birkaç sene sonra meclisten alacağı tahsisat ile gurubu kuvvetlendireceğini ümit ediyordu. Fakat, zavallı hayatının akıbetini takdir edemiyordu.

Sai'nin süslemesi ve Edirne'deki Köprülüzâde Ahmet Paşa Konağı..

Topkapı'daki Sinan ve Ahmet Paşa Cami'indeki mahsure tavanından bahsediyorsun. Onun, bende de fotoğrafları var. Fakat, ne olursa olsun bir ciheti o zaman unuttuğumuz gibi ben de araya geldikçe kaç senedir unutuyorum. Mesele pek basit ve sen bunu bir saatini feda etmekle yapabilirsin. Şu ebat yani ( x 1 x ) numaralı kornişin arzından itibaren hep( x) işaretleri arasındaki mesafeleri santimetre ile ölçmek. Mâlum ya bu dörtte biri bir köşesi. Alt tarafı kolay. Ben bu tavana başladım. Fakat bu ebat elimde olmadığı için işin içinden çıkamadım. Bu Sâi'nin eseri, o derecelerde hoşuma gider bir şah eserdir ki, bir mislime aşağı yukarı Edirne'de Kaleiçi'nde Köprülüzâde Ahmet Paşa Konağı'nda tesadüf etmiş idim. Yalnız, ortasındaki şemsi dairevi idi. Bütün teferruat hemen ayni gibi idi. Orada olsaydım behemahal dapirew natür bu bibaha eseri yapar idim. Zira ancak mahdut bir zaman ömrü var. Ondan sonra mahvolup, gidecek. İnce tahta üzerine geçirilmiş tutkal ve alçı işleri kırk asır dayanmazlar ya!. Milyarlarca kurt delikleri ile parçalanmış olan bu eser, mahkûm-u zevaldir. Hem yakın senelerde.

Ben de çok seneler evvel girdim ama unuttum. Bilmem Yeni Cami'i yanındaki meşhur Çadırlı Köşk'de nasıl tavanlar var. Zannederim ki bu tavanlar İstanbul'da çok sınırlı sayıda kalmışlardır. Topkapı Sarayı'nda yok. Bir iki barok ile eski tarz kubbe var.

Dr.Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hocanın Tıbbiyeliler Bayramı başlıklı makalesi ile ilgili eleştirileri...

8 Temmuz 1931

Nûr-u Aynim Süheyl..

Gelelim, cerrahhane meselesine. Bizim eski, Mekteb-i Tıbbiyemizin yerinde, mektebin, orada kurulmasına sebebiyet veren bir şey bulunduğunu şöylece biliyorum.

Gönderdiğin "Tıbbiyeliler Bayramı" risalesinin yedinci sayfasında ve Aziz Bey merhuun resmi altında ki şu satırlar, beni, geçen mektubumdaki kararı vermeye sevk etti. Zira, "O zaman Avrupa'da cerrahi ilmi ... . Topkapı Sarayı içinde Yaldızlı Kapı'ya yakın hastanede bir cerrahhane tesis edildi" diyorsunuz.

Zira, Gülhane Hastanesi'nin yerinde bir aralık asker karakolluğu da yapan bir hastane de var idi. Mesela, Cerrahhane'nin sizin tarifinize göre, saray duvarları dahilinde ki yerdedir. Sen, Cerrahhane ile Tıphane'yi karıştırıyorsun sanırım. Risalede altıncı sayfada Tıphane'nın Vezneciler'de Tulumbacıbaşı Konağı'nda olduğunu yazmışsın.

Çömezim. Sen, benim mektubumu, galiba yine vapurda, fırtınalı bir havada okumuş olacaksın. Bu konuda, ben sana Yaldızlı Kapı hakkında bir soru da sormamış idim. Bence, "Tıphane olsun, Cerrahhane olsun kurulmalarında en önemli amaç, memlekete tabip yetiştirmekten ziyade, orduya sıhhiye (sağlık) memuru yetiştirmek için kurulmuşlardır." Fikri ve zannı daha galip.Yine bundan dolayıdır ki, son senelere gelinceye kadar, en bilgili üstâd hocalar, asker doktorlar idi sanırım. Bu tez üzerinde çalışacak olur iseniz, Cerrahhane'nin mevkii(yeri) ve Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye'nin Galatasaray'da, sonraları Sarayburnu'na geçmesi meselesini tayin ve tahlil etmiş olursunuz fikrindeyim. Kitabeler, Mekteb-i Tıbbiye'den bahsediyorsa kıymeti başka, veya diğer bir bina olarak yapılıp ta, daha sonra Mekteb-i Tıbbiye'ye verilmiş ise kıymeti yine başka. Her halde Mekteb-i Tıbbiye'nin bir noktasını belgelendirecektir.

Dr.Rıfat Osman Bey'in Tıp Bayramı ile ilgili düşünceleri...

Tıbbiyeliler bayramı için bir dönüm noktası tarihi kabul etmek gerekli idi.

Fakat, bunu Bursa'dan mı ? Kayseri'den mi? Alacağız. Ya da daha başka ve esaslı bir Türk Tıp Âlemi tarihine mi müracaat edeceğiz. Hareket noktası ne olacaktır?...

Bursa'dan işe başlayıp, Bursalı asker hekimlerden Osman Şevki Bey, himmetli görüşlü bir zattır. Buradan tanırım. O zaman ben, Osman Bey'e asri teşkilata bağlanacak son tıp mektebinin lağvı, Sultan Mahmut'un açtığı mektebin kuruluş tarihini tavsiye etmiş idim.

Ben başka türlü gördüm. Zira tıp tahsilinin Şark'ta eskiliği bilinmektedir. Hatta doğu kavimleri en fazla felsefe, gözlem ve tıp bilimi ve tıbbiyeden ileri gittikleri bilinir.

Kaldı ki, en feyizli hat ve zaman atıldı ise, bunu, hareket noktası almak fikri ben de bir arzu olmuştur. Her ne ise, ecdat hakkı ayak altında kalmasın da ne olursa olsun.

Dr.Rıfat Osman Bey Birinci Türk Tıp Kongresine Süheyl Hoca ile birlikte gitmek istiyor..

Dün Ankara'dan bir zarf aldım. İçinden Birinci Türk Tıp Kongresi'nin davetiyesi ve programı çıktı.

Yazıyı okuduktan sonra aklıma ilk gelen şey sen oldun. Bana kalırsa bu kongreye beraber gidelim. Mademki davetiyede "geliş ve gidiş, Ankara'da yatıp kalkma ve yiyip içme ve resmi takiplere izin konularında Cumhuriyet Hükümetimiz en üst düzeyde kolaylık ve yardım gösterecektir" yazılıdır. Doğal olarak üç beş kuruşta keseden gidecektir. Fakat, böyle bir sevinçli meslek gününde memleketimizin ilk kongresinde bulunmayı ve hele pek samimi bir arkadaşım ile sohbet etmeye vesile ise artık Milli kıblemiz olan Ankara'yı ziyaret etmeyi gönlüm çok arzu ediyor.

Dr.Rıfat Osman Bey'in hastalığı..

21. XII. 1932 \ Edirne

Nûr'u Aynim Aziz Süheyl ..

Dün hastanede arkadaşlar gittikten biraz sonra, karaciğerimin orta yüzünde, birden bire çok şiddetli ve hançer darbeleri bir sancı başladı.

Ne nefes alabiliyorum. Ne konuşmak mümkün. Nefes alıp, vermeyi sağlayan bir hareketle bir hançer saplanışı.

Hâlimden Vakıflar Müdürü Esat Bey'in yanında da bir toplantıya davetli idim. On beş gün önce yine önemli bir toplantıya davetli idim. Yine önemli bir hastalık nedeniyle gitmemiş idim. Şimdi yine aynı nedenle gitmemek bana ağır geldi. Canımı dişime taktım. Hastaneden çıktım. Ağrılarda biraz uyuşmuş idi. Bir saat süren toplantıda tamamen geçti. Eve dönüşümde, saat 16.30'da bütün şiddet ve korkunçluğu ile tekrar saldırıya geçerek, sabaha kadar devam etti. Biraz sıcak su tatbikatı ( uygulaması) ile sakinleşiyor. Bir saat kadar uyudum. Eğer ona uyku demek yakışırsa..

Tosyavizade Dr. Rıfat Osman

Dr.Rıfat Osman Bey çok yorgun ve hasta olmasına rağmen, yine dil konusu ve kongrelerle ilgileniyor..

Ekim- 1932

Nûr-u aynim aziz Süheyl..

Filhakika "DolmaBahçeKurultayı" yabancı kelimeleri kapıdışarıetmeye karar verdi ise deşimdilik, mümkün olmuyor.

"Bak, gayri ihtiyari hiç düşünmeyerek bazı kelimeler üstünde tevakkuf etmeyerek, ulu orta bundan evvelki cümleyi yazdım. Bakalım kaç Türkçe kelime var. Bir çizgi çekeceğim. Netice (sonuç):9 Türkçe 9 gayri Türk! Yani yarı yarıya. Gel de bu işin içinden çık bakalım.

Bükreş Kongresi vesilesiyle ... arz-ı iftişkar eden tıp tarihi işleri sen var iken bizlere yazı yazmak abes olur. Bilhassa tıp tarihine dair Edirne'de ne bulayım ki yazayım. Edirne kütüphanelerinin mahdudiyet ve fakirliği mâlûm. Haydi, İstanbul olsa ne ise. Orada daha el sürülmedik kitap çoktur. Pek güzel takdir ediyorum ki, senin bir ihtisasında bu mabed.

Avrupa Tıp Fakültelerinde – her ne çeşit olursa olsun- sen Türkiye'yi temsil edecek ve eski güçlerin Ömer besimlerin, Akil Muhtarların yerine geçeceksin..

Tosyavizade

Dr.Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hoca'nın Romanya'da ödül almasından duyduğu sevinç ve hastalığı..

Dr.Rıfat Osman Bey'in 18 Ocak 1933 tarihli Mektubu
Dr.Rıfat Osman Bey'in 18 Ocak 1933 tarihli Mektubu

18 Ocak 1933-Edirne

Nur-u aynim aziz Süheyl..

21 Aralık 1932 tarihli mektubuna özellikle sana karşı olan âdet ve isteklerine rağmen çok geç cevap yazıyorum. Bu gecikmenin sebeplerini sıralamaya gerek görmem. Hakkımda daima gösterdiğin hoşgörü bu kusurumu da deftere yazdıramaz. Allah, yaşı ilerlemiş insanlara vücut ıstırapları verip, inletmesin. Bir tarafta bu yeni evin kışı bana çok güç geldi. On sene oturduğum bir evden çıkıp ta, böyle yeni ve eskisine göre büsbütün başka bir yapıda bir eve girince allak bullak oldum. Şimdilik en büyük acı ve sancım dişlerim. Benim arzum yaz tatilinde dişlerimin tedavi ve tamirleri iken, evin hali nedeniyle onlara bakamadım. Hiçbir şeyleri yokmuş gibi görünen yedi dişimin kısa bir zamanda kırılmaları beni, pek fena bir duruma attı vesselam.

On ikisi, on iki para etmeyen dişlerimin dördünü aldırarak, tam işe başlarken hastalığım çıktı. Bu hafta devam edeceğim. Mektubuma hep kendim ile başlayıp, devam ettiğime utandım.

Gelelim Sana: Evvela Romanya Sağlık ve Bilim Heyeti'nin değerli kadirbilirleri sonucu Kral Karal'ın hediye ettiği "Tıp Liyakat" nişanından dolayı ne derecelerde sevindiğimi senin değerlendirmene bırakırım. Gayretli çalışmalarınla, bilimsel kişiliğine gösterecekleri maddi mükâfatların bu armağan alfabesi (başlangıcı) olabilir.

Temiz ve dürüst gayretlerle dolu olan bir geçmiş, elbet böyle bir gelecek doğuracak idi. Bunun cazibe (çekiş) ve önemi bir şahap 6 nuruna benzer. Onun daha parlak olanlarını, gelecek bir dönemde ilim ve kültürünü serpecektir. Var ol muhterem Süheyl..

Şimdi hastalık raporum:

Havaların halinden ve bana olan etkisinden dolayı İstanbul'a henüz gelemeyeceğim. Safra kesesi ve sağ böbrek üzerinde ve hizasında oldukça sıkıntı veren sancılar devam ediyor. İdrarımda pek çok oksalat döş o ve ... Var.

Serum albümine % 0,11

Kesafet (yoğunluk) 1030, bulanık ve de... çok.

Asit ürik 0,5

Etyemez'de iken birkaç kere şikayet ettiğim anal bölgede ki ağrı ile 3-4 gece mutlaksız saat 2-3,30 sıralarında zaviye-i ... (radyoloji deyimi) hissettiğim ağrılardan da sıkıntım çok. Bunlara karşı lavmanlarla mücadeleye uğraşıyor, pek çok yorgunluklar duyuyorum.

İşte, bütün durumum böyle. Birkaç haftadır, hastaneye gidip, işlerimle uğraşmaya başladım. Fakat çabuk yoruluyorum. Biraz da Mihrinaz'dan söz edeyim. Ortaokul'da derslerine sevgi, çalışmasına bağlılık yönünden bir gelişme gösterdi. Bakalım sonu ne olacak. Hanımınıza ve sizlere hürmetler ediyor.

Değerli dünya ve ahret arkadaşın, lütfen sevgi ve hürmetlerimin takdim etmeyi rica eder ve hasretle gözlerinden öperim Aziz Süheyl...

Dr.Rıfat Osman Bey çok hasta, ölüm eşiğinde yine Süheyl Hoca'ya bağlılık ve yine çalışıp, yazma gücü, isteği ve heyecanı..

Burada tedavi tamamen imkânsız olmakla beraber, İstanbul'da da yersiz yurtsuz bir adam için imkânsızdır. En emin ve kolay yol bir hastanedir. Eğer Gümüşsuyu'na (Gümüşsuyu Asker Hastanesi'ne) gidersem senden uzak düşerim. Ne ben seni görebilirim, ne de sen beni görür ve tedaviyi takip edebilirsin.

Ben, bundan dolayı Valide Hastanesi'ni yani senin yurdu düşündüm. Ölmekten kesinlikle korkmam. Fakat bu kadar çabuk ta istemem. Hiç olmaz ise evlere ait olan eserimi bitirmiş olayım.

Hastane baştabibi Necmeddin Beyi görmek şartıyla görüşünüz. Ayrıntıları içeren cevabınızı bekliyorum. Ricalarım sevgimizin bir yansımasıdır. Ben, bütün hayatımda hiç kimseyi, hiçbir şekilde başvurumla rahatsız etmedim.

Fakat...

Gözlerinden öperim. Muhittine çok selamlar...

Tosyavizade

Dr. Rıfat Osman

Rıfat Osman Bey'in Süheyl Hoca'ya yazdığı son mektubu...

Yaşamının sonlarına doğru, sağlığı ile ilgilenen arkadaşlarına duyuru..

Adeta allahaısmarladık, hakkınızı helal edin der gibi..

Hayatiyle âlakadar olan vatandaşlara malumat arz eyledim..

İhtiramatımın 8 (saygılarımın) lütfen kabul buyrulması istirhamiyle 9 (dileği ile) teyit 10 muhabbet 11 eylerim efendim..

Dr.Rıfat Osman Bey bu mektuptan sonra 10 Mayıs 1933'te Edirne'de vefat ediyor..

Dr.Rıfat Osman Bey'in Ord.Prof.Dr.A. Süheyl Ünver'e yazmış olduğu mektupları bugün İstanbul'da Süleymaniye Kütüphanesinde bulunmaktadır. Mektupların günümüze kadar nasıl ulaştığı sorusuna ise yine Süheyl Hocamız cevap veriyor...

image9

Rahmetli Dr. Rıfat Osman Bey, benim çok sevdiğim ve saygı duyduğum değerli üstatlarımdandır. Kendisiyle bu on sene içinde çok mektuplaştık. Bu mektupların benzerini başka kimseye yazmamıştır.

Rahmetli en çok bana yazardı. Bu çok değerli mektupların kaybolmasına, dağınık bir halde durmasına gönlüm arzu etmedi. Hepsini sıra ile bir araya getirerek ciltlettim. Okuyanlar, Rıfat Bey'in güzel fikirlerinden faydalanacaklardır. Hem de rahmetlinin bu on senelik eseri zâyi edilmemiş (kaybetilmemiş) olacaktır.

11 Kanunuevvel (Aralık) 1933
Dr.A.Süheyl
İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Doçenti.

Ek bilgi

  1. Satırlar silik okunamıyor.
  2. Muhibbane: Dostlara yakışır.
  3. Enmuzec: Örnek
  4. Muallim: Hoca. "Sözcüğü olduğu gibi çevirmeden alarak üstada saygı gösterdim."
  5. İzhâr: Gösterme meydana çıkartma. Mevcûdiyyet: Mevcut olma.Varlık.
  6. Şahap : Parlak yıldız.
  7. İhtiram: Saygı.
  8. İstirham: Yalvarma, merhamet dileme.
  9. Teyit: Gerçekleme.
  10. Muhabbet: 1. Sevgi. 2. Dostça konuşma.